Doğulaştırılan Doğu
Batı katliama gözlerini kapatıyor! Batı terör örgütlerini desteklemekten vazgeçmiyor! Batı savaş suçuna ortak oldu!
Bu Batı hangi batı? Ferro’nun mu Greenwich’in mi yoksa Kamçatka’nın batısı mı? Dilara Sayan yazdı…
Batı, Londra’nın Greenwich kasabasından geçen başlangıç meridyenin batısı ise önceki batılar neydi o zaman? Tarih boyunca başlangıç meridyeni zamana ve ülkeye göre değiştiyse batı hangi zamana göre ve kime göre batı?
Kafamız biraz daha karışsın.
Batlamyus haritası başlangıç meridyeni şimdiki Kanarya Adaları’ndan geçiyordu, 6. yüzyıl haritalarına göre Bağdat, İskenderiye ya da Yeşil Burun Adaları’ndan geçiyordu başlangıç meridyeni, 17. yüzyıl ortasında ise Ferro Adası’ndan geçti, 1884’e gelelim baş meridyen çizgisi olarak Londra’daki Greenwich semti seçildi ancak Osmanlı kendi coğrafyasında Ayasofya’dan geçen meridyen çizgisini kullanmıştı. Biraz daha bakalım. Semerkand Rasathanesi’nin kurucusu Uluğ bey mesela, büyük İslam alimi, başlangıç meridyenini dünyanın da en doğusunda bulunan Kamçatka’dan geçirdi.
Yön tayininden çok ötesi…Coğrafi konumlar bu noktada müsaadenizle deyip saf dışı bırakılıyor. Hakkı gasp etmeye yeminli sınırlar, sınıflar oyunda…
“Öteki” hep var mı olmalı?
Mısır’ın Hititlerle tarihe düştüğü ilk anlaşmadan, yüzyıllar öncesi medeniyetin henüz izlerine rastlanmayan karanlık Batı Avrupa’da ‘’öteki’’ ihtiyacı hasıl oldu. İnsanlık, dünya dönüyor mu, düz mü yuvarlak mı hepsinden bir haberken dünyayı ikiye bölme isteği; Semerkand, Şam, Bağdat’ta ilimle hemhal olan, ilimin ortak bir miras olduğuna inanan alimlerden çok uzaktı. Dünyanın da bölünmeye pek bir niyeti yoktu. Ta ki medeniyetlerin harpler ve ticaretle kaynaştığı dönemlerde Batı’nın iştahı kabarmaya başlayana dek. Doğu’nun bilim ışığından yararlanmaya başlayan Batı, sonraları İslam alimlerine düşünce ve felsefe dalında kazandırdıkları için itibarlarını kısmen teslim etseler de bilimsel perspektiften hakkını teslim ederken bu alimlerin isimlerini anmamaya, kıymetli eserleri gizlemeyi tercih ettiler.
Seni anlatacağım dünyaya ama nasıl?
Rönesans, reform derken Avrupa kendini kibrin tehlikeli kollarına bırakmış bulundu sanırım. Ve sonunda Edward Said’in dediği gibi ‘’Doğu doğulaştırıldı’’... Medeniyetin, tarihin, siyasetin, inancın köklü temellerini değiştirip, çıkarları doğrultusunda kendini yeniden tanımlayan Batı ve Batı’nın istediği o ‘’öteki’’ yaratılmış oldu. Biz ve siz, akıl ve kalp,oyun yazan ve oyunu oynayan, sömüren ve sömürülen… Batı’ya göre Doğu artık gizemli bir portreydi, böyle servis edildi. Doğulu atfına; duygusal, barbar, medeniyetten uzak, zevk düşkünü sıfatları iliştirildi. Adım adım bu portre medya eliyle, eserlerle, söylemlerle halka işlendi. Artık bir Batı bir de ondan olmayan Doğu vardı.
Hikaye böyle başladı…
Bugün pazarlanan ‘’Batılı gibi olmak, Avrupalı gibi düşünmek” tamlamalarının zihni hür bırakmamak adına empoze edilen palavralar olduğunu bilmeli. Belki de onlarda biliyor ancak görmek istemiyorlar. Fransız Guy de Maupassant, Eyfel Kulesi’nin ne kadar çirkin olduğunu anlatırmış herkese. Fakat o çirkin dediği kulenin restoranına istisnasız her gün gidermiş. Kendi ile çeliştiğini düşünen insanlar kendisine bu ikilemin nedenini sorduklarında “Oraya gidiyorum çünkü Paris’te Eyfel’i göremeyeceğiniz tek yer oranın içidir.” diye cevap vermiş." Çirkinliği görmemek adına içinde olmak…
Çünkü uzaklardan bakarsan her şey ayan beyan ve can yakıcı şeffaflıkta olacaktı. Bugün o çirkinlik, oluşturdukları 'öteki’den çok net görünüyor. Teröre desteğinden tut, kanlı sağlık yatırımlarına kadar bir çok alanda…
Tam tersi de mümkün..
Kimi zaman da uzaktan bakarsın büyülü güzellik sunulur gözlerine. Yüzyıllar önce Batı’nın gözünü kamaştıran Doğu gibi. Güneşi uyandıran, parlayan Doğu medeniyetinin kadim bilgeliği Batı’nın hep gözdesi olmuş. Isındığı ve aydınlandığı dönemlerin hatırına hakkını teslim etmese de kendi haline bırakmak istemediği aynı zamanda sağlıklı bir ilişki kurmaktan özenle kaçtığı sevgilisi gibi adeta.
Şunu söyleyebilirim ki, kaleme ve ekmeğe kan karışmadığı müddetçe insanlığın faydasına sunulan her katkı hangi coğrafyadan gelirse gelsin paha biçilemez bir armağandır.
İbn-i Sina,Farabi, Biruni,Uluğ Bey ve nicesine minnetle...