Ben Savaşın Çocuğu...
Tek ricamız ‘’Ölmeleri yaşamalarından yeğdir’’ hükmü biçmeyin bizim yaşımıza. Dilara Sayan yazdı.
Ben Leyla, Ahmet, Anastasia, Hiroshi, Sophie… On yaşında bir çocuğum. Hikayem uzun zamandır gözlerinizin önüne bir sahne gibi serildi, kulaklarınızda yankılandı, fakat kimse gerçeğimizi bilmiyor. Dünya, acılarımızı kucaklamıyor, onlara sahip çıkmıyor.
Manzaramızı biraz anlatayım size…
Karanlığa asla teslim olmayan gökyüzümüz, ışıl ışıl bombalarla ve yangınlarla aydınlanıyor. Elektriğin yerini ateşin kırmızısı alıyor, modern dünyanızın geliştirdiği aydınlatma sistemleri buralarda unutulmuş vaziyette. Lügatınızda "olağan dışı" olarak tanımlayabileceğiniz mermi sesleri, bizim için artık bir rutin melodi. Her gün kulaklarımızı dolduran bu ses, ufaktan bedenimizi titretmiyor desem yalan olur.
Bir müddet sessizlik olmaya gör, aylardır sorduğum, cevabını bulamadığım sorular aklımda dönüp durur: Bu sesin ardında ne var? Sessizlik sonrası ilk çığlık hangi evden gelecek? Bu tetiği çeken kim? Beni ve ailemi kim koruyacak? Gözlerimi kapatıp hemen umutla uyumayı diliyorum ama mümkün değil.
Uyuyamamak, sanki hayatta kalmanın bir bedeli gibi buralarda…
Kim bilir, belki ben de öyle bir uyuyacağım ki on yaşıma isabet eden bombayla... O son uyku, beni insanlığın karanlık yüzüne karşı daha da duyarlı kılacak. Barış ve sevgiye olan ihtiyacım, o son uykuyla size emanet kalacak. Belki o zaman bizi herkes duyacak.
Daha kaç çocuk, son uykusuna yatmalı bizi duymanız için?
Belki aklınızda bir rakam vardır. Fakat savaş tarihinde toplam kaç çocuğun öldüğüne dair net bir rakam verilemiyor. Bu bile trajedinin boyutunu anlamak için yeterli değil mi? Milyonlarca masum çocuğun, arkadaşımın yaşamı savaşın ateşi altında söndü. Yiten umutlar, hayaller ve potansiyellerle dolu milyonlarca hikaye görünmez kahramanlar olarak kaldılar, dünyanın sessiz çığlıklarında duyulamayan, önemsenmeyen.
Bu bitmeyen son uykuların her biri, insanlığın vicdanını uyandırmak için birer fırsat olabilir mi? Her bir çocuğun son uykusu, bir uyarı, bir çağrı, bir umut eker mi evrene?
Bakmayın böyle konuştuğuma, yaşımın insanı da oluyorum bazen.
Geçenlerde eski bir top bulduk enkazların arasından, hemen bir saha kurup tek kale maç yaptık. O top, bizim hazinemiz oldu. Her gün birimize emanet ettik. Umudumuzu yeşertiyor, hayallerimizi taze tutuyordu. Ta ki bin anlam yüklediğimiz o top sahaya gelmediği güne kadar… Anlayacağınız net olamayan rakamlara bir arkadaşımız daha eklendi. Bir çocukla birlikte binlerce kahkaha, kahkahalarla birlikte bir anne bir baba daha kurbanınız oldu. Bin dam yıkıldı…
Onu kurban eden, bizim hayallerimizi çalan kim? Sahi siz kimsiniz? Benim on yaşımı bin zanneden sizler kimsiniz?
Göğsümde bir fırtına kopuyor. Tonlarca yükü taşımaya hazır, kopan fırtınaya direnmeye pek hevesli bir dev gibi hissediyorum. "Neden biz, neden ben?" diye haykırmak istiyorum. Kefen beyazı gibi kesiliyor yüzüm, çaresizliğimizin soğuk esareti sarıyor beni. Şokun etkisi altında yeniden titriyorum, aylardır kaç kez yaşıyorum bunu sayamadım. Zihnim donup kalmış bir fotoğraf karesi gibi. Ellerim babamın soğuk ellerine sarılmış. Şaşkın gözlerle bizi çeken telefon kameralarına öylece bakıyorum. Uğultular, kalbimin ritmiyle yarışıyor. Sonra birden dünya duruyor, bir buz bloğu gibi soğuk ve katı, her şey donup kalıyor, her şey hareketsizleşiyor. İşte o an ben yaşıyorum. O an 10 yaşındayım. Gözlerimdeki masumiyete, parıltıya dokunmak istiyorum, bedenimi titreten her şeyden kendimi korumak istiyorum. "Küçüğüm, senden özür dilerim. Bir çocuğun yaşamaması gereken her şeyi yaşadın. Ama inan bana üstesinden gelebilirsin. Senin hayal ettiğin gibi bir dünya yaratmak için çabalayacağım, senin adına, senin için…’’
Büyükler hep konuşuyor. Savaşın çocukları da büyüyünce savaşacak diye. Ancak, biz büyüdüğümüzde eğer büyümemize izin verirse silahlarınız barışı inşa etmeyi seçeceğiz. Bize zulmü yaşatanlara zulümle, adice karşılık vermek bizim umutlarımıza yakışmaz. Sizlerin yolları, yokuşları, tecrübeleri, bunların hiç biri benim yaşımda, benim gözümde olmadı. Bizim yaşadıklarımıza ayna tutacak deneyiminiz yok. Sizler, ekran başında bizi izleyip peşin hükümler veriyorsunuz, ağlıyorsunuz, belki de destek olmak için uğraşıyorsunuz ancak bizim gerçeklerimizi tam olarak anlamıyorsunuz. Geçmişteki örneklerle değil, bugünümüzle ilgilenin ve geleceğimizi şekillendirmek için bize rehberlik edin. Rutinimizi bozun, manzaramızı değiştirin. Biz de yaşayalım…
Eğer müsaade ederseniz, hırsın karanlık gölgesini biz dağıtalım. Beklediğinizin aksine ateşle, silahla, zulümle değil; bilgiyle, sevgiyle ve barışla… Sizin ön gördüğünüz gibi kötü çocuklar olmayacağız inanın. Umut ve dirençle çiçekler açtıracağız bir gün bizden çalınan yıllarımıza.
Tek ricamız ‘’Ölmeleri yaşamalarından yeğdir’’ hükmü biçmeyin bizim yaşımıza.