Ofislere geri dönüşler başladı... Milattan önce 3.000'den beri gelip gidiyoruz!
Pandeminin etkisi azaldıkça evde çalışanlar iş yerlerine dönmeye başladı. Peki tarihin hangi döneminde insanlar ofislere geçti? Ünlü bir yazarın dediği gibi ofiste olmak 'gündüz köleliği' mi? Yoksa kadınların özgürlük hareketinin başladığı bir ortam mı?
Pandemi sürecinde dünya adım adım normalleşmeye ilerlerken, beyaz yakaların bir kısmının alıştığı “evden çalışma” yöntemi bazı kalıcı olacak. Bazı şirketler hibrit bir çözüme giderken tamamen ofise dönecek olanların hatta çoktan dönüş yapmış olanların da sayısı az değil.
Peki nedir bu ofis kavramı?
Popüler inanışın aksine “ofis işi” vahşi modern kapitalizmin bir icadı değil. Milattan önce 3000 yılına kadar eski kayıtlarda dahi Mezopotamya'da resmi işlerin kaydını tutan “ofis” çalışanlarının izlerine rastlıyoruz.
Belki Gılgamış Destanı'nda Utnapiştim'in yatırım danışmanı ile diyalogları yer almıyor ancak “ofis” ifadesi gerçek bir yer olarak ilk kez başka bir destanda İngiliz edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan The Canterbury Tales'te geçiyor.
KELİMENİN KÖKENİ LATİNCE
Efsanevi yazar Geoffrey Chaucer'ın, 1395 tarihli destanında bir yer olarak bahsettiği ofisin kökeni ise Latinceye dayanıyor. Latince “officium” bir pozisyon, bir görev anlamı taşırken aynı zamanda “işlik, iş yeri” anlamına da gelmekte. Bununla birlikte yine ofis manası da bulunan Latince “ob ficium” ifadesi de kelimesi kelimesine çevrildiğinde “yapmaya doğru” gibi bir anlama kavuşuyor.
16. yüzyılda ise bankacılığın mimarı Floransalı Mediciler, ticari ve politik işlerini yürütmek için şimdi bir müze olarak ünlü olan Uffizi'yi (İtalyancada “ofisler” anlamına gelir) inşa etti.
Medicilerin inşa ettiği bugün müze olarak kullanılan Uffizi binası... Fotoğraf: iStock
Britanya dünyanın dört bir yanında gövde gösterisine başlayana kadar ofis kavramı Avrupa'da pek tutmadı. Sıkışık karargah yetersiz kalmaya başlayınca Kraliyet Donanması, Londra'nın merkezinde, ilk önce “Ripley Block”, daha sonra da “Old Admiralty” binası olarak bilinen “U” şeklinde binaya taşındı. 1726'da tamamlanan bu bina, Birleşik Krallık'ın ilk amaca yönelik ofisi olarak bilinir.
İngiltere'nin ilk ofislerinden Old Admirality binası... Fotoğraf: Reuters
Üç yıl sonra ise East India Company, Hindistan'daki mülklerini Leadenhall Caddesi'ndeki yeni ofisinden yönetmeye başladı. Ünlü yazar ve eleştirmen Charles Lamb, buraya 1792'de burada memur olarak işe başladı ve emekli olana kadar burada kaldı.
Ancak ofis hayatından nefret ediyordu ve ofiste çalışmayı “gündüz köleliği” olarak tarif ediyordu. “Ofise her zaman geç gelirim” diyor ve şöyle devam ediyordu: “Ve bunu erken çıkarak telafi ediyorum.”
OFİS KADINLARI ÖZGÜRLEŞTİRDİ
Ofiste çalışmak herkes için “bir hapis gibi” değil elbette. Tarihte de böyle olmadı. Hatta özellikle kadınlar için ofisin özgürleştirici bir yanının olduğu da söylenebilir. ABD İç Savaşı'nda yaşanan insan gücü eksikliği ABD Maliye Bakanı Francis Elias Spinner'ı tarihi bir karar almaya itmiş ve hükümet ilk kadın büro elemanlarını istihdam etmeye başlamıştı.
Bazı Amerikalılar bunu “Skandal” olarak değerlendirdi. 1864'te Temsilciler Meclisi Üyesi James H. Brooks, Maliye Bakanlığı'nın “kirlendiği” gibi korkunç bir ifade kullandı.
DAKTİLO OFİSLER İÇİN BİR DÖNÜM NOKTASI
19. yüzyılda ampul ve asansörün icadı ve yaygın kullanımına başlanması da ofisler için telefon ve daktilonun icadı kadar dönüştürücü oldu. Daha fazla çalışan, daha uzun saatler boyunca, daha büyük binalarda bu sayede çalıştırıldı. 1911'de Frederick Winslow Taylor ise açık ofis tasarımı ile adeta bir devrim daha yaptı.
Bilimsel Yönetim İlkeleri kitabıyla şahlanan “Taylorizm” çalışanlardan daha fazla üretkenlik elde etmeye adanmış bütün bir disipline de ilham verdi.
Sinclair Lewis'in 1917 tarihli romanı “The Job” ofisi, romanın kadın baş kahramanı için bir fırsat yeri olarak tasvir ediyordu. Ancak o zamanda bile Lewis yazarlar ve sosyal eleştirmenler arasında aykırı kalıyordu. Zira çoğu, ofiste çalışmanın ruh üzerindeki etkilerinden endişe duyuyordu.
1955'te, Sloan Wilson'ın yazdığı ve nefret ettiği bir işe hapsolmuş, hayal kırıklığı yaşayan bir savaş gazisini anlattığı “The Man in the Grey Flannel Suit” ofise karşı derinlere yerleşmiş kararsızlığı mükemmel bir şekilde yansıtıyordu.
*Yukarıdaki derlemede yer alan bilgilerin tamamı The Wall Street Journal'da Amanda Foreman imzasıyla yer alan 'How the Office Became a Place to Work' isimli makaleden alınmıştır.
Kaynak: Web Özel