22'de 2'nin hikayesi: Parasızlık, yazı tura ve zirve...
Bir futbol ülkesi olarak bu zamana kadar sadece iki kez Dünya Kupası sahnesinde boy göstermiş olmamız Türk futbolunun en derin yaralarından bir tanesi. 2002'yi ve o heyecanı yaşı yeten neredeyse herkes dün gibi hatırlıyor. Bir de ilginç eleme süreciyle 1954 var elbette. İşte 22'de 2'nin hikayesi...
Bir Dünya Kupası'nı daha evde televizyon başında takip edeceğiz. Portekiz'i elemeyi beklemiyorduk elbette ancak maçın gelişimi, ayağımıza gelen 2-2 fırsatını tepmemiz ve muhtemel rakiplerimizin maçında Kuzey Makedonya'nın İtalya'yı elemesi “Ya Burak o penaltıyı atsaydı” sorusunun aklımızda bir süre yer tutmasına neden olacak. İtalya'yı elemiş bir ülke tabii ki tehlikeli olacaktı ancak Portekiz'i bir şekilde geçebilseydik Katar vizesi için Kuzey Makedonya ile karşılaşacaktık...
Ama olmadı. Aslına bakarsanız Dünya Kupası'na gidememek maalesef bizim normalimiz! Bu zamana kadar iki kez bu sahnede boy gösterdik. Son gidişimiz olan 2002'de altın jenerasyonumuzla büyük iz bıraktık. Daha sonra 2006'da gitmeye yaklaştık lakin, meşhur kavgalı İsviçre maçları hepimizin malumu...
2006'DAN BU YANA İLK DEFA BU KADAR YAKLAŞMIŞTIK...
O zamandan bu yana da aslında “Dünya Kupası'na gider miyiz?” sorusunu en yüksek sesle dillendirdiğimiz elemeler bu elemeler oldu. Gruba öyle bir girdik ki 2006 elemelerinden bu yana elde ettiğimiz ilk grup ikinciliği, kaçırılmış bir liderlik şansı olarak görüldü.
Peki bugüne kadar Dünya Kupası hikayemiz nasıl yazıldı? Gittiğimiz turnuvaları hatırlamakta fayda var. Aslında gittiğimiz ilk turnuva 1950 FIFA Dünya Kupası olabilirdi. 1949'daki eleme sürecinde Suriye'yi geçen Milliler, turnuva vizesi aldı ancak kupaya Brezilya ev sahipliği yapacaktı. Mesafenin doğurduğu mali problemler nedeniyle turnuvaya katılamadık.
Türkiye'nin, Turgay Şeren'in Berlin Panteri lakabını kazandığı maçta 17 Haziran 1951'de Batı Almanya'yı Berlin'de 2-1 yendiğini ve o Batı Almanya'nın 1954'te kupayı kazandığını hatırlarsak 1950'nin doğurduğu ukde daha da büyük oluyor.
Gittiğimiz ilk turnuva ise 1954'tü. Turnuva vizesini ise şimdi dönüp bakınca oldukça ilginç gözüken bir süreçten sonra biraz da şansımız yaver gidince alabilmiştik!
Eleme sürecinde rakibimiz İspanya'ydı. İlk maçta deplasmanda 4-1 yenildik. Nuevo Estadio Chamartín'de (şimdiki adıyla Santiago Bernabeu) maçı kayıtlara göre 110 bin kişi izlemişti. Rövanş ise İstanbul'da Mithatpaşa Stadyumu'nda (şimdiki adıyla Vodafone Park) oynanmış ve Türkiye 1-0 kazanmıştı.
YAZI-TURAYLA KUPAYA!
Günümüzden bakınca bu sonuçlarla Türkiye'nin elenmiş olması gerekiyordu ancak elemelerdeki kurala göre iki takım tarafsız bir sahada üçüncü bir maç oynayacaktı. Roma Olimpiyat Stadyumu'nda taraflar 2-2 berabere kaldı. O dönemin statüsünde uzatma ve penaltılar olmadığı için turnuvaya gidecek takım para atışıyla (Evet, para atışıyla) belirlendi.
Babası stadyumda çalışan 14 yaşındaki Luigi Franco Gemma gözleri kapalı bir şekilde parayı attı sonuç Türkiye lehineydi. 2. Grup'taki rakiplerimiz Macaristan, Batı Almanya ve Güney Kore'ydi. Dönemin en güçlü iki futbol ülkesi Macaristan ile Batı Almanya turnuvanın finalinde karşılaşacaktı...
GÜNEY KORE'YE TARİHİ FARK
İlk maçımızda Batı Almanya'ya 4-1 mağlup olduk. Macaristan ise Güney Kore'yi 9-0 yendi. İkinci maçlarda Macarlar, Almanya'yı 8-3'le hezimete uğrattı, biz ise Güney Kore'yi 7-0'la geçtik. Tarihimizin en büyük galibiyetlerinden biri olan maçın ardından iki puanlı sistemde Batı Almanya'yla 2'şer puanla ikincilik ortağıydık.
Format gereği Batı Almanya'yla üst tura çıkmak için play-off'ta karşılaştık ancak Dünya Kupası maceramız 7-2'lik mağlubiyetle sonuçlandı.
Bundan sonra başlayan sonunculuklar ve puansız kapatılan eleme grupları silsilesinin ardından altın jenerasyonumuz, neredeyse tüm isimlerin kariyerlerinin zirvesinde olduğu bir dönemdeyken 2002 Dünya Kupası'na gitme hakkını da play-off yoluyla aldı.
Gruptaki tek mağlubiyetimizi sondan bir önceki maçta lider İsveç'e karşı Ali Sami Yen'de 2-1'le almıştık ve kazansak grup lideri biz olacaktık. Rahat bir ikinciliğin ardından play-off da rahat geçti ve Avusturya'yı deplasmanda 1-0, rövanşta Ali Sami Yen'de ise 5-0 yendik ve heyecanla Japonya-Güney Kore yolunu tuttuk.
'BİR KATILSAK VAR YA' DÜŞÜNCESİ...
Gerisini anlatmaya gerek var mı? Türk futbolunun en güzel haziran ayı sonunda Dünya Kupası'nı 3. olarak noktaladık. Yalnızca, şampiyon Brezilya'ya mağlup olduk. Katıldığımız bir sonraki turnuva olan Euro 2008'de de yarı final oynamamız “Bir katılsak var ya” düşüncesinin aklımızın bir köşesinde yer etmesine neden olmuştu.
Son olarak 2002 jenerasyonunun birçok kritik parçasının, özellikle savunmasının kariyerinin zirvesindeki oyunculardan oluştuğunu düşünürsek aynı jenerasyonun Euro 96'ya katılıp puansız dönmesi, 1998 Dünya Kupası'na gidememesi, Euro 2000'deki görece başarılı performansı ve 2002'de zirveyi görmesi; aynı yolculuğun ilk iki basamağını çok benzer biçimde atan Milliler için aslında heyecan verici... Türk futbolunun keşkelerden ziyade umutlara ve 'neden olmasın'lara ihtiyacı var.
Kaynak: Web Özel