Mücadeleye adanmış bir "ömrün" öyküsü: 17 Ağustos depreminde enkaz altından sağ çıkan Ömür Kınay, o geceyi anlattı

Gündem haberleri Yaşam Haberleri Marmara Depremi Deprem
Mücadeleye adanmış bir "ömrün" öyküsü: 17 Ağustos depreminde enkaz altından sağ çıkan Ömür Kınay, o geceyi anlattı

Bundan tam 24 sene önce, 17 Ağustos 1999'da saatler 03.02'yi gösterdiğinde, milyonlarca insan için bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Hayata yeniden başlayan ve uzun bir mücadelenin yolcusu olanlardan biri de Ömür Kınay'dı. Kınay, o karanlık geceyi ve aradan geçen 24 seneyi anlattı.

Türkiye, 17 Ağustos 1999 günü, tarihinin en büyük acılarından birini yaşadı. Saat 03.02'de meydana gelen ve 45 saniye süren 7,4 büyüklüğündeki deprem, Meclis Araştırması Komisyonunun Temmuz 2010 tarihli raporuna göre 17 bin 480 kişiyi hayattan kopardı, 43 bin 953 kişi ise yaralandı. Yüreği yanan milyonların istatistiğini çıkarmak ise, imkansızdı. Deprem, sayısız insanın hayatında derin yaralar açtı. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Takvimler 17 Ağustos 2023 gününü gösteriyorken, hafızalarımızdan silinmeyen o büyük travmanın üzerinden tam 24 yıl geçmiş oldu. Sızısı ise, ilk günkü tazeliğini korudu. 

Marmara depremi, bazı "çarpıcı" kareler ile hafızalara kazındı. O karelerden biri, İstanbul Küçükçekmece'de yıkılan evinin beton bloklarının altında kalan, boynu bükük bir genç kıza aitti. Tonlarca ağırlığın altında nefes alıp vermeye devam eden ve facianın sembollerinden biri olan o genç kızın adı, Ömür Kınay'dı. İstanbul Kültür Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan Kınay, binlerce ömre bedel mücadelesini, facianın yıl dönümünde Haber Global'e anlattı. 

Mücadeleye adanmış bir "ömrün" öyküsü: 17 Ağustos depreminde enkaz altından sağ çıkan Ömür Kınay, o geceyi anlattı - Resim : 1

Toplumsal hafızamızda yer edinen kritik tarihler var, onlardan biri kuşkusuz 17 Ağustos 1999. Siz, o karanlık geceden sağ çıkanlardansınız. Hatta depremin sembol fotoğraf karelerindeki o genç kız olarak karşımızdasınız… Nasıl anlatırsınız o 45 saniyeyi?

45 saniye gerçek zamanlı bir 45 saniye gibi değildi… 45 saniyede binlerce kişi yaşamını yitirdi ve maalesef benim için en değerli olan annemi de bu yaşamdan almıştı. Annemin kaybı çok büyük bir sızı.

Uykudan uyanmıştım, ne olduğunu anlayamamıştım, deprem gibi bir şeyi tarifleyememiştim. 19 yaşındaydım, anneme doğru koştum, o da bana doğru koştu ve evin koridorunda buluştuk. Annemin “Ömür ev çöküyor” cümlesi, ondan işittiğim son sözler oldu. “Bir şey olmayacak anneciğim, sarıl bana” dediğimi biliyorum, o kadar hızlıca yaşandı ki... Bir anda her yer kapkaranlık oldu, kendimdeydim birkaç saniye belki hatırlamıyorum ama... Çok zaman geçmediğini, dışardaki insanların “koşun, yardım edin” diye ilk anlar bağırışlarını duyuyordum. Enkazda nerede, hangi pozisyonda durduğumu bilmiyordum. Enkazın içinden bir bebek ağlamasını uzun süre işittim ve sonrasında bebeğin ağlamasının sonlandığını hatırlıyorum. Depreme ilişkin en fazla bildiğimiz o söz “Sesimi duyan var mı?” Duyduğum bu sesle kurtarma ekiplerine kendimi duyurma çabam oldu. Zaman zaman annemle konuşmaya çalışıyordum ama ilk andan itibaren annemden hiç hareket ve ses alamıyordum, karanlık olduğu için de anlamlandıramamıştım ama hep bayılmış olduğuna zihnim kanaat getirdi.

Mücadeleye adanmış bir "ömrün" öyküsü: 17 Ağustos depreminde enkaz altından sağ çıkan Ömür Kınay, o geceyi anlattı - Resim : 2

Depreme yakalandığınızda kaç yaşındaydınız?

1979 doğumluyum, 28 Ağustos doğum günüm… Yani henüz 20’li yaşımı kutlayamamıştım.

Peki o an evin hangi noktasında, nasıl bir pozisyonda depreme yakalandığınızı anımsıyor musunuz? Bir hayat üçgeni yaratabildiniz mi kendinize? O korku ve panikle akla gelebilen bir şey mi bu?

O gün herkes tarafından hep söylenen bir şey var, gerçekten hava çok sıcaktı ve ben salonda balkon olduğu için orada uyumuştum, annem de yan odadaydı. Ona doğru koştum, koridorda karşılaştık. O korku ve panikten ziyade o dönemlerde hep kapı kirişinde durulması gerektiği inancı yerleşmiş ve onu yaptık. Bir yaşam üçgeni yapılması gerektiğini 1999 depremi sonrası duyduk, daha önce duyduğumuz bir şey değildi maalesef. Şimdi bir deprem olduğunda yaşam üçgeni nasıl oluştururum, evin hangi alanlarında durmalı, bir yerden bir yere koşmamak konumumu korumak gerektiği, evdeki eşyaların sabitlenmesi vb. bilgilere sahibim ama panik yapar mıyım bunu kestiremiyorum.

Mücadeleye adanmış bir "ömrün" öyküsü: 17 Ağustos depreminde enkaz altından sağ çıkan Ömür Kınay, o geceyi anlattı - Resim : 3

Aslında belki de en önemlisi, o 45 saniyeden sonrası… Hastane günleri, tedavi süreci, yeni bir hayat kurma mücadelesi, depremin sizden aldıkları, yarım kalanlar, acı vedalar… Nasıldı sonrası?

Hastane günleri… Zaman geçip acılar unutulunca bazen gülerek anlatabildiğim anılarla aklımda. Hayat kurma mücadelem... Bu konuyu birkaç cümleye sığdırmam mümkün değil. Depremde sadece annem ve ben enkaz altında kaldık, çok şükür ailemden başka kimsenin evinde hasar bile olmadı ve en yakınlarım benim yanımda olabildi, sığınabildiğim pek çok çatı vardı… 6 Şubat depremindeki depremzedelerin maalesef çoğu ailelerinden pek çok kayıp verdi, sığınabilecekleri bir ev olmadı. Annemin kaybını yaklaşık 1 ay sonra öğrendim, bana kimse söyleyemedi. Umut da vermediler ama kendimi bırakmamı da istemediler, durumunun çok ağır olduğu gibi net olmayan cümlelerle geçiştirildim. Bir yandan da omuriliğimden aldığım darbeler sonucu artık yürüyemeyecektim ve tedaviye de yanıt vermemi, mücadeleyi bırakmamı düşündüler muhtemelen. Ben annemin vefat haberini sözlerle hiç almadım, sorduğum sorular cevapsız kaldı… Çok çok acı anne kaybı.

Hukuki süreç başlattığınızı hatırlıyorum. Nasıl sonuçlandı?

Bu konu öyle yaralıyor ki… 24 senedir sürüncemede olan dava devam ediyor…

6 Şubat sabahı, aynı karanlığa uyandık her birimiz. Binlerce insanı kaybettik, şehirlerimiz yerle yeksan oldu. Bu haberi aldığınızda, hissettiğiniz ilk şey neydi?

6 Şubat sabahı işe gitmek için uyandığımda elime telefonu aldım ve sosyal medyada hiç bölgeden haber alınamadığı ama kıyamet gibi bir şey yaşandığı yazılarıyla uyandım. YouTube’dan bir yayını açarak öğrendim… Korkunçtu, ağlıyordum, günlerce ağladım. Kesintisiz sosyal medyadan yayın takibi yapıyordum, bir yandan da 12 senedir çalıştığım İstanbul Kültür Üniversitesi’nde deprem dayanışmasına katıldım… Hocalar, öğrenciler herkes üniversiteden bölgeye giden tırlara ihtiyaç malzemeleri dolduruyordu. Geceli gündüzlü çok büyük bir seferberlik oldu, bunu yaparken tarifsiz duygularlaydım, çünkü ben de depremzedeyken beni tanımayan, medyadan hangi hastanede olduğumu gören pek çok kişi bana mektup gönderiyordu (hala saklarım). O dönemlerde faks çok yaygındı, hastaneye faks çekiyorlardı, yanıma gelebilenler hastaneye bana hediyeler getiriyorlardı, içlerinde mutlaka notlar oluyordu. Aynısını şimdi bizler o bölgedeki deprem mağdurlarına yapıyorduk.

Doğal afet sonrasında yine en fazla kadınlar ve engelli bireylerin ihtiyaçlarının karşılanmasında zorluklar yaşanmakta… Deprem yeni engelli bireyler yaratıyor veya engelli bireylerin tekerlekli sandalye vb gereksinimleri enkaz altında kullanılamaz hale geliyor. Kanedyen ve tekerlekli sandalye gibi materyaller engelli bireyler için tertibatlı tuvaletler, duşlar… Tüm engel gruplarının ihtiyaçlarının karşılanması çok önemli. Sosyal medyada teyitli bilgi paylaşımı yapmaya özen gösterip bir yandan da bu tür ihtiyaçlara dikkat çekmeye çalışıyordum. İhtiyaç haritası gibi sosyal kooperatiflerden ihtiyaçları takip ediyordum.

Mücadeleye adanmış bir "ömrün" öyküsü: 17 Ağustos depreminde enkaz altından sağ çıkan Ömür Kınay, o geceyi anlattı - Resim : 4

Erişilebilir kentler konusunda verdiğiniz mücadelenin yakın tanıklarındanım. Şehir planlamasında engelli bireylerin öncelik ve ihtiyaçlarına gerekli özenin sağlandığına inanıyor musunuz? Tespit ettiğiniz eksiklikler neler?

Erişilebilirlik meselesinin halen daha sadece “engelli tuvaleti var” seviyesinde olması inanılır gibi değil. Sokaklarda halen rampa önüne aracını park edenler, kaldırımın ortasında konumlanmış çevre aydınlatmalarından sandalye ile erişimin olmaması kör bireyler için de bir zorlukken aynı zamanda bebek arabalı ebeveynler için de zorlayıcı. Engellilerin anayasal haklarını kullanmasının önündeki zorluklar halen daha tartışmalıdır. Engellilik tarihinin ilk zamanlarında tıp bilimlerinin konusu olan engellilik sonrasında toplumbilimlerin de konusu haline gelmiştir fakat ülkemizde bu konuda gelişim göstermemiz oldukça sorunludur. Sosyal yaşamda var olamama, eğitim hakkı, istihdam, erişilebilir turizm… Bu konulardaki çalışmalarda ilgili bakanlıkların çalışmaları çok yüzeysel kalmaktadır. Toplum ve yönetenler engellenen bireyle bir arada yaşarken “engelli” diyerek bile suçu bizlere yüklemektedir, sorumluluğu üzerlerine almamaktadır.

Eğitim ve istihdam anlamında şanslıydım, 2005 yılında İstanbul Kültür Üniversitesi’nde tam burslu okudum ve erişilebilir bir kampüsteydim, 12 yıldır da akademisyen olarak aynı kurumda Öğr.Gör.Dr. olarak çalışmalarımı yürütebilmekteyim.

Seyahatlerimde yurtdışına çıkmayı tercih ediyorum, bunu yaparken de “Hayat sana güzel” diyenler çok oluyor… Kendi ülkemde özellikle tatil yerlerinde, erişilebilir turizm yok. Yüzde 90 tatil yerleri tekerlekli sandalyeli bireylere uygun değildir. Uygun olanlar da 5 yıldızlı oteller, onlarda da oda uygun olsa denize gidiş gelişlerde uygun rampa vs olamayabiliyor, havuz için uygun tertibat yoktur. Pek çok şey sözde ve göstermelik.

Mücadeleye adanmış bir "ömrün" öyküsü: 17 Ağustos depreminde enkaz altından sağ çıkan Ömür Kınay, o geceyi anlattı - Resim : 5

Şunu da eklemek isterim; sizi tanıdığım gün, gözlerinizin içine baktığım o ilk an, hissettiğim en kuvvetli duygu yaşama sevinciydi. Bir “ömür” nasıl yaşanır, bir de sizden dinlemek gerek… Şimdi Marmara’da bir büyük deprem daha bekleniyor. Bu size ne hissettiriyor? Sizce buna hazır mıyız?

Seninle üniversitemizde tanıştığımızda mesleğinin ilk canlı yayınında olduğumda bende senin için kalemi kuvvetli, başarılı, cesur bir haberci olacağın inancı oluşmuştu ve bunu gerçekleştirdin…

Marmara depremine ilişkin 24 seneden beri yerbilimciler tüm uyarılarını, akademik çalışmalarla bilimin ışığında yaptılar ancak elle tutulur bir aksiyon alınamadı. 24 yıl önce çok umutluydum, şimdilerde oldukça kaygılıyım, hazır olduğumuzu düşünmüyorum.

Şimdi 6 Şubat depremi sonrası medya da uzmanlar da söylemleri ve manşetleri sertleştirdi ancak bu sadece depremden korkan, depremi yaşamış, kayıpları olan, evsiz kalan, engelli olan bireylerin travmalarını artırmaktan ve onları daha da üzmekten öteye gitmiyor. Çünkü Yerel yönetimler, valilik, bakanlık, halk herkes bu zincirin bir halkası, herkes üzerine düşeni artık hiç vakit kaybetmeden yapmalı, biricik ülkemizde korkuyla değil güvenle yaşamak istiyoruz. Ekonomik kaygılar olmadan sağlam evlerde, güvenli barınma hakkı her yurttaşın hakkı. Prof. Dr. Naci Görür’ün söylediği gibi, “Depreme dirençli kentler derhal oluşturulmalı...”

 

 

 

Kaynak: Haber Global TV

17 Ağustos 1999 Marmara Depremi Gölcük Depremi