Güney Kıbrıs ne yaptığını sanıyor! Bütün ada tehlikede!
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Özel Danışmanı Prof. Dr. Hüseyin Işıksal, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin İsrail’e destek amacıyla sürdürdüğü tek taraflı ve sorumsuz siyasetin Kıbrıs adasını hedef haline getirme tehlikesini AA Analiz için kaleme aldı.
20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı ile savaşların ve çatışmaların hiç eksik olmadığı bir zaman ve mekanda adeta bir barış vahasına dönen Kıbrıs adası, Nikos Hristodulidis’in Rum tarafının lideri seçilmesinin hemen ardından başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere dış aktörlere bağımlılığa dayanan yeni dış politikası ve sorumsuzca atılan adımalar yüzünden çeşitli tehlikelerle yüzleşmek zorunda kalmaya devam ediyor.
Kıbrıs adası İsrail'e yardım için üs olarak mı kullanılıyor?
Batılı ülkelerinin İsrail’e yardım etmek amacıyla birçok yola başvurduğunu görüyoruz. Siyasi ve ekonomik destekler açıktan yapılsa da en önemli hamle hiç kuşkusuz çoğu zaman gizli yollardan yapılan askeri yardım ve operasyonlardır. Bunun için de İsrail’e oldukça yakın bir konumda olan Kıbrıs adası ve ada üzerindeki askeri üsler hayati önem taşıyor. Bu noktada Güney Kıbrıs’ta Baf kentinde bulunan askeri havaalanı ve yine Güney’de kalan egemen İngiliz üslerinin ABD ve İngiltere’nin Orta Doğu’daki askeri operasyonlarında yoğun olarak kullanıldığı basında çok sık şekilde yer aldı. Böylelikle GKRY’nin bir şekilde bölgedeki savaşa dahil olma riski artmış oldu.
Bunlara ilaveten 2018’den beri ABD güdümünde hareket eden ve iki taraf arasında geçtiğimiz aylarda imzalanan “stratejik diyalog” anlaşması ile ABD'nin bölgedeki stratejik planlarına bağlı kalacağını taahhüt eden GKRY, son yıllarda İsrail ile bir dizi askeri işbirliği anlaşması imzalayarak ortak tatbikatlar yaptı. Daha da vahim olanı, Rum liderliği İsrail’e yardım amaçlı Kıbrıs merkezli askeri operasyonların neler olduğu, bu operasyonlarda Güney Kıbrıs’taki İngiliz üslerinin ne şekilde kullanıldığı ve GKRY’deki askeri üslerin de bu operasyonlarda kullanılıp kullanılmadığı sorularına hiçbir zaman net yanıtlar veremedi. Bunun doğal bir sonucu olarak İsrail ve Hizbullah arasındaki çatışmalarda yoğunluğun arttığı bir dönemde Hizbullah lideri Nasrallah’ın haziran ayında GKRY’yi İsrail’e üslerini açmaları durumunda hedef olacağı yönündeki tehdidi ile başlayan tehlikeli süreç, son olarak sadece Kıbrıs Türk Halkının değil Rum kesimindeki önemli bir kesimin de tepkisini çeken ABD’ye ait uçak gemisinin Limasol limanına demirlemesi ile yeni bir safhaya geçti.
Sorun GKRY'den kaynaklanıyor
Bu olumsuz gelişmeler karşısında Rum liderliği ilk önce Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından İsrail'in Gazze saldırılarında taraf olmaması hususunda uyarıldı. Ardından Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ersin Tatar da Kıbrıs adasını hedef haline getirme tehlikesi taşıyan tek taraflı ve sorumsuzca adımlar atılmaması konusunda uyarıda bulundu.
Bu önemli ve zamanlı uyarılara Rum tarafının yanıtı ise "Kıbrıs (GKRY) sorunun değil çözümün bir parçasıdır" şeklinde hiçbir anlamı olmayan içi boş resmi sloganla geldi. Gerçeklerin kulağa hoş gelmekten öteye geçemeyen içi boş devlet sloganını mahvetmesine istemeyen Rum tarafı her zaman olduğu gibi retoriğe ve kısır döngüye dayalı siyasetine devam ederek çareyi yine ABD ve Avrupa Birliği (AB) makamlarına sığınmakta buldu. Onları “pof poflayan” bir iki destek mesajının ardından Rum yönetimi adeta bölgedeki sorunlara gözünü kapatarak kendini görünmez kıldığını sanmaya devam ediyor.
Oysa sahadaki gerçekler GKRY’nin sadece bölgedeki sorunların önemli bir parçası olmaktan öteye de geçerek sorunun kendisi olduğunu gösteriyor. Öncelikle Rum lider Hristolidis’in KKTC ve Türkiye’nin artık bir devlet politikası haline gelen iki devletli çözüm siyasetinden vazgeçeceği safsatasıyla kendi halkına umut tacirliği yapmaya çalışması anket sonuçlarında da görüldüğü üzere artık Rum toplumunun çok büyük bir kesimi tarafından da fark edilmiş durumda. Üstelik içinde bulunduğumuz kaotik dönemde KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar tarafından gündeme getirilen ve iki halkın da faydasına olacak işbirliği önerilerinin[1] de kabul edilmemesi Ada’da komşuluk ilişkileri ile yan yana yaşamaya mahkum her iki ülkeye de büyük zarar vermeye devam ediyor.
İkinci olarak, Rum liderliğinin devamlı olarak övündüğü ama gerçekte hiçbir sorunu çözmeyen samimiyetten uzak sözde Gazze’ye insani deniz koridoru sağlayacak olan “Amalthia” projesi bile uzun ömürlü olmadı ve neredeyse büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı.
Son olarak, ne yazık ki daha büyük bir savaşa doğru hızla evrilen Orta Doğu’daki gelişmeler, Rum tarafının sorumsuz siyaseti neticesinde bölgeden sadece birkaç yüz kilometre uzaklıktaki Kıbrıs adasını oldukça olumsuz bir şekilde etkileyebilir. Netanyahu Hükümeti’nin her zaman sadık bir savunucusu olan GKRY liderliğinin Doğu Akdeniz’in silahlanma ve askeri sistemlerine dahil olması hiç kuşkusuz sadece Rum halkının değil, Kıbrıs Türk halkının da güvenliğini tehlikeye atacaktır. Bu noktada, 2019 yılında Lübnan üzerinden saldıran İsrail savaş uçaklarına Suriye ordusu tarafından atılan ancak hedefini ıskalayarak 300 kilometre mesafe kat ederek KKTC’nin Taşkent köyü yakınlarına düşen S-200 füzesini hatırlatmakta fayda var. Güvenlik riskinin yanı sıra özellikle turizm ve yüksek eğitim sektörüne dayanan Ada ekonomisinin de Kıbrıs’a dolaylı veya direk olarak yapılacak saldırılardan, hatta ve hatta saldırı spekülasyonlarından bile çok fazla etkileneceğini rahatlıkla öngörebiliriz.
Sonuç olarak, Orta Doğu’da insanlık suçlarının zamandan bağımsız olarak tüm hızıyla sürdüğü ve savaşın genişleme riskinin her geçen gün arttığı bir ortamda kaçınılmaz olarak Kıbrıs adası bir kez daha dünya siyasetinde ön plana çıkmıştır. Hiçbir zaman gerçekleşmeyecek siyasi hezeyan ve macera uğruna silahlanma faaliyetlerini her geçen gün artıran ve tarafını insanlık suçuna ortak olan ülkelerden yana koyan Rum yönetimi bölgedeki sorunun en önemli parçalarından biri olduğunu göstermiştir.
Oysa Ada’daki barış ve huzur ortamını sağlamak ve bunu böylesine istikrarsız bir coğrafyada on yıllardır koruyabilmek hiç de kolay olmamıştır. Filistin halkının maruz kaldığı soykırım girişimlerinin benzerini bizzat yaşayarak tecrübe edinen Kıbrıs Türk halkı, Türk askeri sayesinde sağlanan bu barış ve güven ortamının ne kadar değerli olduğunu çok iyi bilmektedir. Bu gelişmeler her zaman altını çizdiğim Türkiye’nin Ada’daki etkin ve fiili garantisinin ne kadar önemli ve vazgeçilmez olduğunu bir kez daha göstermiştir. Gazze Savaşı ile Doğu Akdeniz’de yeni bir denge kurma heveslilerinin alması gereken mesaj 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlamalarında bir kez daha tüm dünyaya verilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs Türklerinin haklarını ve güvenliğini her daim savunmaya devam edecektir. Türkiye ve KKTC’nin içerisinde olmadığı hiçbir siyasi denklemin bölgede başarı şansı yoktur.