Evlatlarınla gurur duy Türkiye
Evlerimizdeki kolonlar, telefonlarımızdaki şifreler, emniyet kemerleri, yüzümüze kullandığımız kremler, savaşlarda giyilen zırhlar, padişahların mührü…
Avcı-toplayıcı dönemden modern çağa insan nefes almaya başladığı an itibariyle ‘Güven’ arayışı içindedir... Olası tehditlere karşı savunma mekanizmasını hep tetikte tutmaya programlanmıştır. Fıtrat bunu gerektirir.
Bir toplum güvensizlik durumundaysa alarm zilleri çalmaya başlar. Evinin kapısını kilitlemeden uyuyakaldın bir hırsız daldı içeriye, gece yarısı hiç bilmediğin bir sokakta yürüyorsun köpek saldırmak üzere sana koşuyor ya da bir savaşın ortasına düştün ve cephanen tükendi veya savaş seni buldu ve hazırlıklı değilsin…
Ziyadesiyle tüylerimiz ürperdiyse soruyorum: Böyle anlarda seni kim, nasıl koruyacak?
Saat: Gece 02:00
Yer: Benzin istasyonu.
Sıra Dışı Gündem’in özel yayını için şehir dışından dönüyoruz. İstanbul’a son 30 kilometre kaldı.
11-12 yaşlarında iki çocuk araca yaklaştı. Biraz muhabbet ettik.
"Neyin haberini yaptınız?" diye sordu çocuklardan biri.
"Neyin haberini yapmamızı isterdiniz?" diye sordum.
"Üçüncü dünya savaşına girdik kazanacağız abla bunun yapın."
Hiç beklemediğim bir cevap almıştım, saniyeler içinde binlerce düşünce ve beraberinde gelen eylemsizlik hali ve dile dökülmeyen o sorular: Çocuk! Çocuksun sen. Bu yaşlarda böyle bir cümleyi neden ve nasıl kurabilirsin? Hem nasıl bu kadar eminsin? Gözlerindeki o heyecan ve umut neden?
Dilimden onun kulağına ulaşan sorum şu oldu:
"Peki nasıl kazanacağız?"
"Kaan’ı görmedin mi abla?"
Diğeri hemen atladı.
"Ben TEKNOFEST’e gittim neler var bir görsen. Ben de mühendis olacağım."
Bu muazzam öğretici diyalog sonrasında vedalaşıp tekrar yola devam ettik. Arabada bir elimde üçüncü kez geri döndüğüm ince, kara kaplı kitap: Martı Jonathan Livingston. Altını çizdiğim o cümle: "Bir kemik bir tüy kalmak umurumda bile değil. Ben sadece havada ne yapıp ne yapamayacağımı öğrenmek istiyorum, anlıyor musun, hepsi bu. Sadece öğrenmek istiyorum."
Sözler ve gözlerin ışıltısı benim heybeme düşendi. Bu yol bana eşsiz bir farkındalık, iz bıraktı.
Çocukların tebliği, Martı Jonathan’ın o sözü son dönemlerde ‘Ayıptır artık’ dediğim savunma sanayi eleştirileri, geçmişte hep engellenen üretim alanındaki sıçramalarla, kanatlanmakla derdi olanları düşündürdü bana.
İyi olanı takdir edebilmek neden bu kadar zor ?
İç ve dış tehditlere karşı namlusunu yastık yapıp bizler için nöbet tutan Mehmetçiğimizin hatrına, evlere düşen acının, annelerin, babaların vatan duruşunun hatrına alkışlayalım. İki elimiz birbirine çarpsın. Togg, Kaan, Kızılelma, Bozdoğan, Hürjet, TCG Anadolu ve nicesini çocukların gözündeki inançla alkışlayalım. ‘Gurur duyuyorum, benim güvenliğim için canla başla çalışan üreten tüm insanlara teşekkür ediyorum’ diyebilelim.
Bir fidan dikip bin dal yeşertenleri kırmayalım.
Büyük eserler bırakanları, bırakacak olanları eskitmeyelim. Ülkemizin güvenlik hamlelerine taş koymaya çalışanlara hizmet etmeyelim. Güzel olan gelişmeler, yerli ve milli savunma sanayi kalemlerine yapılan yatırımları göğsümüzü gere gere anlatalım, çekinmeyelim.
Çocukların kanatlarını çalmayalım.
Bu alan üzerinden ideolojik kaygılarla söylem geliştirmek kendi evimizi başımıza yıkmak olacaktır. Biz kendi evimize bu hasarı verirsek kimler neler yapmaz bize bir düşünelim.