'Antakya, Zümrüdüanka gibi küllerinden doğacak' | Yüzlerce yıllık tarih geri getirilebilir mi?
Türkiye, depremlerin yaralarını sarmaya çalışıyor. Afette 36 binden fazla vatandaşımız yaşamını yitirdi ve 10 şehir yerle bir oldu. Depremlerin en ağır şekilde vurduğu yerlerden Hatay'ın merkez ilçesi Antakya'da kentin sembolü birçok tarihi yapı yıkıldı. Bu eserleri yerine koymak mümkün mü?
Antakya'nın geçmişinin M.Ö. 300 civarına dayandığı biliniyor. Kentin kurulduğu dönemde 300 bin nüfusuyla Roma İmparatorluğu'nun 3'üncü, dünyanın ise 4'üncü büyük kenti olduğuna inanılıyor.
Deprem, Antakya'da yüzlerce kişinin yaşamını yitirmesine ve bu kadim kentin yarısının yıkılmasına neden oldu. Yıkılan binalar arasında pek çok tarihi yapı da mevcut. Habib-i Neccar Camisi, Azizler Petrus ve Pavlus Rum Ortodoks Kilisesi, Tarihi Meclis Binası, Kurtuluş Caddesi ve pek çok tarihi eser ile han artık yok. Tarihi yapıların esaslı onarımlara ihtiyacı var.
Habib-i Neccar Camisi, Anadolu topraklarındaki en eski camilerden biri. Geçmişi 638 yılına dayanıyor. Hristiyanlar için de ayrı bir öneme sahip bu caminin avlusunda Hz. İsa'nın üç elçisinin mezarı bulunuyor.
Şehrin bir diğer tarihi yapısı ise Ulu Cami... 16. yüzyılda Memlükler tarafından inşa edilen cami de depremde yerle bir oldu. Hürriyet Caddesi’nde yer alan Azizler Petrus ve Pavlus Rum Ortodoks Kilisesi de depremde yıkılan kıymetli yapılardan biri.
Kurtuluş Caddesi de depremde hasar gören bir diğer tarihi doku. Kurtuluş Caddesi, dünyanın ilk aydınlatılan caddesi ancak deprem caddeyi harabeye çevirdi. Kurtuluş, Antik Çağ'da Orta Doğulu zenginlerin alışveriş merkezlerinden biriydi.
TARİHİ MECLİS DE YERLEBİR
1928 yılında inşa edilen ve Hatay'ın devlet olduğu 2 Eylül 1938-29 Haziran 1939 tarihlerinde meclis olarak kullanılan bina depremde çok büyük hasar aldı.
Sarı Selim Camisi de kentin bir diğer tarihi dokusu. 1574-1575 yıllarında Sokullu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan, Hac ve İpek Yolu kervanlarının kesiştiği noktada yer alan külliyenin içindeki Sarı Selim Camii'nin tek minaresi yaşanan şiddetli sarsıntılara dayanamadı.
'KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİĞİN YOK OLUŞU'
XIX. Yüzyılda Bir Osmanlı Şehri Antakya kitabının yazarı Adem Kara, “Antakya özelinde binlerce yıllık bir mirasın yok oluşunun ardından nelerin yapılabileceği elbette hassasiyetle takip edilmeli” demekte. Kara, kentin dokusundaki kayba dair hislerini şöyle açıklıyor:
“Kurtuluş Caddesi'nde, caddenin alt tarafında geniş avluları ile restore edilmiş evlerdeki yaşamı hayal ederek, o dar sokaklarda yürürken zihnimizde beliren geçmiş imgesi ne kadar geri gelebilir? Dünyanın bilinen ilk kilisesinin bu coğrafyaya kattığı anlam, Asi nehrinin ruh verdiği o güzelim coğrafyayı paylaşan insanlar... Mozaik demeyeceğim, bu coğrafyada bir araya gelmiş ve birlikte yaşama kaygısının en güzel örneğini veren kültürel çeşitliliğin yok oluşu...”
Saray Caddesi'nde cami, havra ve kilisenin yan yana var ettiği duygu, saygı ve hoşgörünün altını çizen Kara, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Deprem, kentin mirasına sahip çıkan, kültürünü, folklorunu temsil eden yazarlarını, şairlerini, bilim insanlarını yok etti. Bahsettiğimiz kültürel çeşitliliği yaşayan ve yaşatan bir nesli aldı, götürdü.”
Kara, Antakya'nın binlerce yıllık mirasın yanında Osmanlı'dan kalan imgelerden ve Kurtuluş Mücadelesi'nin izlerinden de yoksun kaldığını söylüyor.
Akdeniz Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Ortaçağ Arkeolojisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Eravşar ise, 6 Şubat'ta yaşanan afetin kentin yaşadığı ilk deprem olmadığını hatırlatıyor. Örneğin Habib-i Neccar Camisi'nin daha önceki depremlerde de zarar gördüğünü ve sürekli onarımlarla günümüze ulaştığını kaydeden Eravşar sözlerini söyle sürdürüyor:
“Son 20 yıl içerisinde Antakya'daki birçok yapının rölöve ve restorasyon projeleri hazırlandı. Bu yapılar yıkılsa bile elimizdeki bu verilerle söz konusu yapıların yeniden inşası mümkün. Ancak yapıların hasar analizleri doğrultusunda bu restorasyon projelerinin yeniden planlanması gerekiyor.”
NEDEN ONARMALIYIZ?
“İnsan kimliğiyle yaşar ve bizim kimliğimizin en önemli parçalarından biri de bu kültürel değerlerimiz” ifadelerine yer veren Eravşar, “Kültürel değerlerimizi korumazsak birtakım şeylerin nasıl olduğunun cevabının gelecekte veremeyiz” demekte.
Kentteki vatandaşlarımızın yaraları sarıldıktan sonra bu yapıların bir an evvel eski görünümüne kazandırılmasını ümit ettiğinin altını çizen Eravşar değerlendirmesini şöyle sürdürüyor:
“Bu yapılar kent belleğinde de çok önemli yere sahip, kentin varlığıyla bütünleşmiş binalar. Bunların yeniden ayağa kaldırılmaları, tarihin yaşatılması için önem arz ediyor. Tıpkı Zümrüdüanka Kuşu gibi bu tarihi yapılar da küllerinden yeniden doğacaklar, tekrar ihtişamlı görünümlerine kavuşacaklar.”
Kaynak: Web Özel