Ukrayna'nın geleceği ne olacak? Konuşulan 4 senaryo
Rusya'nın Ukrayna'daki savaşı uzadıkça, Ukrayna ile Batılı müttefikleri arasındaki birlik, Batı kamuoyunun savaştan bıkması ve Ukrayna'nın yerleşik Rus askeri mevzilerine karşı sahada önemli bir ilerleme kaydetmekte zorlanması halinde giderek aşınabilir.
Batı cephesinde çeşitli aktörlerin niyetleri konusunda şimdiden bir belirsizlik olduğu görülebiliyor.
Bu çerçevede, tarihsel referanslarla birlikte ileriye dönük analizler, ülkenin çeşitli olası geleceğini öngörmeye yardımcı olabilir.
Bunu yapmak için, çatışmanın sonucu açısından en önemli unsurları, yani itici güçleri iyi belirlemek gerekiyor.
Ukrayna örneğinde, iki ana itici güç var!
Birincisi, ülkenin toprak bütünlüğü meselesi… Ukrayna yetkilileri ve ortakları parçalanmış bir Ukrayna olasılığını kabul etmeye hazır mı, yoksa Ukrayna'nın tüm topraklar üzerindeki kontrolü, her iki tarafın gözünde de çatışmanın sona ermesi için mutlak bir koşul mu olacak?
İkinci olarak, Kiev'in siyasi yönelimi… Çatışma, Ukrayna'nın Batı kampına kalıcı olarak bağlanmasına mı yoksa tam tersine tarafsız bir statü benimsemesine mi yol açacak?
Dört senaryo
Bu iki temel soru incelendiğinde, Ukrayna için olası gelecekleri temsil eden, birbirini dışlayan dört senaryo ortaya çıkıyor.
Ukrayna, savaş sonrası Federal Almanya, İsrail, Hong Kong veya Finlandiya ile bir dereceye kadar karşılaştırılabilir bir geleceğe doğru ilerleyebilir.
Eğer Kiev tüm topraklarını geri kazanır ve Batılı müttefiklerinden gelecekteki güvenliği için sağlam bir garanti alırsa, halihazırda İsrail'in (ya da Tayvan'ın, ada bağımsız bir devlet olarak tanınmasa da) yaşadığına benzer bir duruma ortaya çıkabilir.
Bu durumda Batı kampı Ukrayna'ya, ülkenin egemenliğini korumasını sağlayacak önemli güvenlik garantileri sunabilir.
Bu garantiler, ABD'nin halihazırda İsrail ve Tayvan'a verdiği askeri ve ekonomik yardım ile siyasî desteğe benzeyebilir. Gerçekten de İsrail'in yatırımcılar, mühendisler ve askerî yetkililer arasında çok yakın bir iş birliği ile karakterize edilen siyasi ve ekonomik ekosistemi bazen Ukraynalı yetkililer tarafından örnek olarak gösterilmekte ve izlenecek bir model olarak görülüyor.
Ancak bu senaryonun kendine has bir özelliği de olabilir. Ukrayna, müttefiklerinin yardımıyla da olsa Rus ordusunu tartışmasız bir yenilgiye uğratırsa Batı kampında daha fazla siyasî ve askerî meşruiyet kazanmış olacaktır.
Bununla birlikte, temmuz ayında Vilnius’ta toplanan son NATO zirvesinde ABD Başkanı Joe Biden ile Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy arasında görülen gerilim, Rusya'nın nükleer gücü karşısında Washington ve Kiev arasındaki stratejik uyumun sınırlarını gösteriyor.
NATO üyeliği ve Ukrayna'nın toprak bütünlüğü konularında da iki ülkenin pozisyonları tam olarak aynı değil.
Toprak bütünlüğü
Kiev'in aksine hem Washington hem de Avrupalılar Ukrayna'nın önemli toprak ilerlemeleri kaydettiği, ancak kaybettiği tüm bölgeleri geri kazanamadığı bir senaryodan memnun olabilirler.
Benzer şekilde ve büyük ölçüde Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin'in durumu kurtarmasını sağlamak için Amerikalılar, Ukrayna için NATO yerine Avrupa Birliği'ne "basit" bir üyeliği tercih edebilir.
Bu da uzun vadeli taahhütler söz konusu olduğunda Washington'un transatlantik yerine tamamen Avrupa rotasını tercih edebileceğini gösteriyor.
Washington'daki bazı yetkililerin bakış açısına göre, Rusya'nın taktik nükleer silah kullanma tehdidi böylece kontrol altına alınabilir.
Parçalanma
Böyle bir senaryo, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya'da olduğu gibi Ukrayna'nın da parçalanmasını içerebilir. Bu da Batı kampının Ukrayna'da gerçek bir demokrasinin gelişmesini desteklemesini, özellikle de ülke yetkililerinin yolsuzlukla mücadele etmesine yardımcı olmasını sağlayabilir.
Bu senaryo, nihaî olarak yeniden birleşmeyi umut edebilecek olan Kiev'in intikam arzusunu da göz ardı etmiyor.
Bununla birlikte, savaş yorgunluğunun Batı kamuoyuna ve bu arada gelecek yıl kritik bir siyasi son tarihle karşı karşıya olan Joe Biden da dahil olmak üzere siyasi karar alıcılarına ulaşıyor olabileceği göz ardı edilemez.
Ekonomik sıkıntıların Avrupa halkları üzerinde ağır bir yük oluşturduğu bir dönemde, Batı başkentlerinin Ukrayna'ya atfettiği stratejik önem ivme kaybedebilir.
Savaş şimdiden Doğu Avrupa'nın tarım sektörünü istikrarsızlaştırdı ve Polonya, Macaristan ve Slovakya'nın Ukrayna'dan gıda ithalatını Nisan 2023'te (Haziran'da yeniden başlamadan önce) askıya almasına yol açtı.
Batılı müttefiklerin Ukrayna'yı askeri olarak desteklemesi de lojistik açıdan zor olabilir. Hem Avrupalıların hem de Amerikalıların Ukrayna'ya tedarikte neden zorlandıklarını açıklayan uluslararası mühimmat sıkıntısı çatışmanın sonucunu etkileyebilir.
ABD’nin siyasî iradesi de Biden yönetiminin kararlı siyasî açıklamalarının gösterdiğinden daha az net.
Washington ve Moskova arasında çatışmanın sona erdirilmesine ilişkin gizli görüşmelerin açığa çıkması, Rusya ile müzakere olasılığının ABD tarafından hiçbir şekilde göz ardı edilmediğini açıkça gösteriyor.
Dolayısıyla Ukrayna'nın geleceğinin gerçekliği, toprak kazanımının boyutuna ve Batı'nın ülkeyi müzakereye zorlayabilecek baskısına bağlı olabilir.
Finlandiya
Ukrayna topraklarının çoğunu geri kazanmayı başarır, ancak Rusya ile uzlaşmayı kabul etmek zorunda kalırsa İkinci Dünya Savaşından Helsinki'nin yakın zamanda NATO'ya katılmasına kadar süren Finlandiya'nın tarafsızlığına benzer bir senaryo ülkeye dayatılabilir. Yani toprak bütünlüğünün bedeli bağlantısızlık olabilir!
Aksine, Ukrayna topraklarının çoğunu geri kazanamazsa ve hatta Batı'nın ülkeyi kaderine terk etmesi nedeniyle daha fazla kayba uğrarsa Moskova sahada kendi çıkarlarını dayatmak ve ülkeyi istikrarsızlaştırmaya devam etmek için güçlü bir konumda olacaktır.
Diğer her şey eşit olduğunda bir “demokrasinin bir diktatörlüğün iradesiyle mücadele ettiği bir Hong Kong senaryosu” ortaya çıkacaktır.
Böyle bir öngörü çalışmasından çıkarılabilecek dersler, benimsenen bakış açısına göre değişebilir. Bunlardan bazıları tüm taraflar için açıktır.
NATO garantileri
Bunlardan ilki, NATO garantilerinin oynayabileceği rolle ilgilidir. Batılı başkentlerin Kiev'e sunabileceği garantilerin, kısa vadeli tartışmaların (ve Tayvan örneğinin) düşündüğünün aksine, sadece Atlantik İttifakı çerçevesine girmediği söylenmelidir.
Demokratik piyasa ekonomisi sisteminin meşruiyetinin sorgulandığı bir dönemde Batı'nın Ukrayna'ya verdiği desteğin varlık sebebini vurgulayan siyasi ve ekonomik garantiler (özellikle G7 aracılığıyla) ve resmi taahhütler de Ukrayna'yı kalıcı olarak Batı kampına çekerek bir güvence işlevi görebilir.
Başka bir deyişle, Ukrayna için ülkenin NATO üyeliği konusundaki iç çekişmelerin ötesine geçen gerçek bir siyasî yol haritası önemli bir rol oynayacaktır ve belki de İttifak'a resmi entegrasyondan daha az inandırıcı olmayacaktır.
Ancak Batılı müttefiklerin Ukrayna'ya müdahil olmalarının getireceği faydaların, Avrupa sınırlarında yeni bir Finlandiya ya da yeni bir Hong Kong'un ortaya çıkması alternatifine kıyasla yeterince stratejik ve haklı olduğuna karar vermeleri gerekiyor.
Yakın vadede Hollanda, Danimarka ve Norveç'in Kiev'e Amerikan F-16'ları tedarik edeceğini açıklaması bu yönde atılmış bir adımdır.
Yıpratma savaşı
Ancak bir yıpratma savaşına dönüşen bu çatışma, kamuoylarının yorgunluğuyla yüzleşmek zorunda kalacak olan Batılı karar alıcılar için bu tür taahhütleri giderek zorlaştırabilir.
Moskova kararlılık kazanabilir. İşte bu nedenle yeni bir Finlandiya ya da yeni bir Hong Kong riski Avrupa'nın üzerinde Demokles’in kılıcı gibi asılı durmaya devam ediyor.
Çatışmanın sonucu büyük ölçüde Avrupa'nın siyasî dinamiklerine bağlı olacak ve bu dinamikler Ukrayna'ya yönelik bu taahhütlerin faydalarını yeni bir Finlandiya ya da yeni bir Hong Kong riskinin maliyetine karşı tartacaktır.
Dolayısıyla çatışmanın bu siyasî yorumu, Avrupalı müttefiklerin kendilerine ve gelecekte uluslararası sahnede oynamayı hayal ettikleri role ilişkin algılarını etkileyebilir.
Kaynak: Ajans Bizim