Galatasaray Haberleri - Sayfa 9
Galatasaray Spor Kulübü
Kuruluşu
1905 Sonbaharı
Kurucuları
Ali Sami Yen, Asım Tevfik Sonumut, Emin Bülend Serdaroğlu, Celal
İbrahim, Bekir Sıtkı Bircan, Reşat Şirvanizade, Refik Cevdet
Kalpakçıoğlu, Abidin Daver
Kurulduğu Yer
Galatasaray Lisesi 5. sınıfı
İlk Renkler
Kırmızı-Beyaz (Sonradan Sarı-Siyah ve Sarı -Kırmızı)
İlk Lokal
Galatasaray`da Bulgar Sütçü`nün Dükkanı
İlk Amblem
Tobler Çikolatasındaki Kartal
İlk Başkan
Ali Sami Yen
İlk Maç
Galatasaray- Kadıköy Faure Mektebi (2-0)
İlk Spor Dalı
Futbol
İlk Şampiyonluk
İstanbul Pazar Ligi Şampiyonluğu
Kuruluş Hedefi
"İngilizler gibi toplu halde oynamak, bir renge ve isme sahip
olmak. Türk olmayan takımları yenmek." Ali Sami Yen
Galatasaray Spor Kulübü, Türk Spor Tarihi'ndeki öncü olma özelliğini hiç kuşkusuz içinden doğduğu ve gene öncü bir kurum olan Galatasaray Lisesi'nden (Mektebi Sultani) almıştır. Okul ile kulüp arasındaki koparılmaz bağ, yadsınamayacak bir gerçeklik ve övünç kaynağıdır.
Devlet adamı yetiştirmek amacıyla II. Beyazıt tarafından 1481'de kurulan mektep, adını kurulduğu bölgeden alır ve "Galata Sarayı" olarak anılmaya başlar. Okul modern konumuna 1 Eylül 1868'de Sultan Abdülaziz döneminde kavuşur. Okul' un yeniden yapılanmasıyla birlikte, Türkiye'de de gerçek anlamıyla ilk sportif çalışmalar başlamış olur ve okulda Beden Eğitimi dersi jimnastikçi 'Monsieur Curel' tarafından eğitim programına konur. Bu atılımlar gerçekten bir devrim niteliği taşımaktadırlar. Curel, modern aletler eşliğinde çalıştırdığı öğrencileri sportif açıdan geliştirirken, onlar için Kağıthane'de bir idman Bayramı düzenler. Yıl 1870'tir. Bu etkinlikte başarı gösteren sporcular değişik ödül ve madalyalar kazanır ve yarışmaların sonunda öğrencilere "kuzulu pilav" verilir. Bu da, sonraki yıllarda bir başka geleneğin başlangıcını oluşturur.
Curel'den sonra görevi devralan yabancı spor hocaları (M. Moiroux, Signor Martinetti, Stangali gibi), jimnastik ve atletizmin yanı sıra, değişik branşlara da eğilerek (yüzme, kürek, aletli jimnastik), bir ilki daha başlatmış olurlar. Bu çalışmaların ürünü çok geçmeden alınmaya başlanır ve adı Türk Spor Tarihi'ne altın harflerle yazılan Faik Üstünidman'ın yanı sıra, Binbaşı Mazhar Kazancı, Abdurrahman ve Ahmet Robenson kardeşler GSL'nde görev alıp, izcilik, tenis, hokey gibi spor dallarının öğrenciler arasında yaygınlaşmasını sağlarlar. Özellikle Üstünidman'ın ön ayak olmasıyla, öğrenciler futbolla tanışırlar. Ama oynanan futbol, bir kör dövüşünden farklı olmayan ve kural tanımayan bir koşuşturmayı andırmaktadır. Ama futbol GSL' nin Tören Kapısı'ndan adımını atmış ve tam bir salgına dönüşmüştür.
1901 yılında İstanbul'da yaşayan iki İngiliz, James Lafontaine ve Horace Armitage, Rum ve İngiliz oyunculardan oluşan Kadıköy Futbol Kulübü'nü kurmuşlar ama 1903'te takımdaki İngilizler bir anlaşmazlık sonucu ayrılarak Moda Kulübü'nü oluşturmuşlardır. 1904 yılında ise bu kulüpler, Imogen, Elpis, Strugglers takımlarıyla anlaşarak, İstanbul Futbol Birliği'ni hayata geçirmişler ve bugünkü Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı'nın yerinde bulunan "Union Club-İttihat Spor" sahasında düzenli karşılaşmalar yapmaya başlamışlardır. Görüldüğü gibi bu takımlar yabancı ya da azınlık takımlarıdır. Türk olmayan ekiplerin gerçekleştirdikleri bu ilk futbol karşılaşmaları, GSL öğrencilerini hem ilgilendirir hem de çok üzer. Artık onların amacı, kendi futbol kulüplerini kurmak, ölesiye sevdikleri bu oyunun kurallarını "hatmetmek" ve yabancılarla boy ölçüşmektir.
Türk olmayan takımları yenmek
Galatasaray Spor Kulübü'nün kurucusu Ali Sami Yen, "Ellinci Yıl"
kitabında kuruluş öyküsünü şöyle anlatır: "1 Teşrin 1905'te
mektebin beşinci sınıfında edebiyat muallimimiz merhum Mehmet Ata
beyin dersi esnasında birkaç arkadaş baş başa vererek
Galatasaray'da bir futbol kulübü kurmaya karar verdik. İlk
müteşebbisler oyuna ve mücadeleye meyyal arkadaşlardan Asım Tevfik
Sonumut, Reşat Şirvani, Cevdet Kalpakçıoğlu, Abidin Daver,
Kamil...gibi gençlerdi. Mektepde tahsilde bulunan Bulgar ve Sırp
talebesinden çevik ve kuvvetli olanlar da bize iltihak etmişlerdi.
Asım'ı muhasebeciliğe, Cevdet'i ikinci reisliğe seçmiş, kendim de
Reis olmuştum. Asım her hafta arkadaşlardan birer kuruş toplamakda
mahir olduğu için kendisini muhasebeci yapmıştık. Ben Reisliği topu
yağlayıp şişirmekle almıştım. Topumuza evladım gibi bakardım. Zaten
varımız yoğumuz da toptu. Mektebe gelirken, domuz sokağından geçer,
domuz yağı alırdım. Topu onunla yağlar, şişirirdim; yamasını yeni
pabucumdan kesmiştim. Bunu gören arkadaşlar, bana hepimizden fazla
paye vermişlerdi. Yani o zaman Reisliğe ve diğer vazifelere payeyi,
en çok çalışan kazanırdı. Cevdet de ikinci Reisliği formaları
yıkadığı için almıştı.
"Maksadımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve bir isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmek."
Kulübün adının Gloria (Zafer) ya da Audace (Cesaret) konulması yolunda görüşler ortaya atılmışsa da, sonuçta Galatasaray olmasında anlaşmaya varılmıştır. Araştırmacı Cem Atabeyoğlu, Galatasaray adının, bu takımın yaptığı ilk maçta Rum ekibini 2-0 yenerken, seyircilerin onlardan "Galata Sarayı efendileri"diye söz etmelerinden doğduğunu yazar. Bunun üzerine kurucular da ismi benimserler ve "Adımız Galata Sarayı olsun" derler.
Kurucu Listeler
1905'ten 1919'a kadar Galatasaray Spor Kulübü'ne Başkanlık yapan,
mektebin 889 numaralı öğrencisi Ali Sami Yen, inci gibi elyazısıyla
tuttuğu Galatasaray Terbiye-i Bedeniye Kulübü ıhsaiyet Defteri'nin
(Sayım-İstatistik Defteri) 181 ve 182. sayfalarında kurucu 13 üyeyi
şöyle sıralar:
1-Ali Sami Yen
2-Asım Sonumut
3-Emin Bülend Serdaroğlu
4-Celal İbrahim
5-B. Nikolof
6-Milo Bakiş
7-Pol Bakiş
8-Bekir Sıtkı Bircan
9-Tahsin Nahit
10-Reşat Şirvanizade
11-Hüseyin Hüsnü
12-Refik Cevdet Kalpakçıoğlu
13-Abidin Daver
1905'te Osmanlı İmparatorluğu'nda bir dernekler yasası bulunmadığından, Galatasaray Spor Kulübü yasal olarak tescil edilme olanağını bulamamıştır. 1912 yılında Cemiyetler Kanunu çıkarıldıktan sonra, kulüp yasal bir kimlik kazandı. Yetkili makamlara kulüplerin tüzükleriyle birlikte, kurucu üyelerin ad ve adreslerinin de bildirilmesi zorunlu tutulduğundan, istifa eden ya da eğitimlerini tamamlayarak ülkelerine dönen üyeler ilk listeden çıkarılmış ve 1 Eylül 1913'te kurucu liste yeniden düzenlenmiştir. Kurucu üyelerin yeni sıralaması şöyle gerçekleşmiştir:
1-Ali Sami Yen
2-Asım Sonumut
3-Emin Bülend Serdaroğlu
4-Celal İbrahim
5-Bekir Sıtkı Bircan
6-Reşat Şirvanizade
7-Refik Cevdet Kalpakçıoğlu
8-Abidin Daver.
Tüzüğün 5. maddesinde Galatasaray Spor Kulübü'nün kurucuları aşağıdaki liste halinde yayınlanmıştır:
GALATASARAY'IN KURUCULARI
MADDE 5: Kulüp, Ali Sami Yen ve aşağıda isimleri yazılı arkadaşları
tarafından kurulmuştur: (İntisap Tarihi)
1) Ali Sami Yen 01.10.1321 (1905)
2) Asım Tevfik Sonumut 01.10.1321 (1905)
3) Emin Bülent 01.10.1321 (1905)
4) Celal İbrahim 01.10.1321 (1905)
5) Bekir Sıtkı Bircan 01.10.1321 (1905)
6) Reşat Şirvanzade 01.09.1322 (1906)
7) Refik Cevdet Kalpakçıoğlu 01.09.1322 (1906)
8) Abidin Daver 01.09.1322 (1906)
9) Ahmet Robenson 01.09.1322 (1906)
10) Ahmet Adnan Pirioğlu 1323 (1907)
11) Neş'et 01.10.1324 (1908)
12) Ruşen Eşref Ünaydın 01.10.1324 (1908)
13) Yusuf Celal 01.10.1324 (1908)
14) Hasnun Galip 01.10.1324 (1908)
15) Hüseyin Zihni Eden 01.09.1325 (1909)
16) Mehmet Rıza Kara 01.09.1325 (1909)
Boris Nikolof (*) 01.10.1321 (1905)
Milo Bakiç (*) 01.10.1321 (1905)
Paul Bakiç (*) 01.10.1321 (1905)
Tahsin Nihat (*) 01.10.1321 (1905)
Hüseyin Hüsnü (*) 01.10.1321 (1905)
(*) Bu kişilere Kulübün tescil tarihi olan 14 Ağustos 1913 öncesi
üyelikten ayrılmaları nedeniyle kurucu numarası verilmemiştir.
Kulüp 14 Ağustos 1913 tarihinde görevde olan;
* Reis; Ali Sami Yen (1 Numaralı üye)
* 2. Reis; Mehmet Rıza Kara (16 Numaralı üye)
* Katip; Refik Cevdet Kalpakçıoğlu (7 Numaralı üye)
tarafından Beyoğlu Mutasarrıflığına (Kaymakamlık) yapılan müracaat
ile resmi olarak tescil ettirilmiştir.
ALİ SAMİ YEN'İN KALEMİNDEN "GALATASARAYLILIK"
Galatasaray’ın kurucusu Ali Sami Yen, Emin Bülent Serdaroğlu ile yaşadığı bir anısından yola çıkarak Galatasaraylılığı anlatIyor:
"Kulübümüzü kurma fikrinden ilk kez en yakın arkadaşım Emin Bülent’e sözetmiştim. O daha büyük sınıftaydı, okulu benden önce bitirmişti, bu yüzden yalnız tatil günlerinde buluşabiliyorduk.
Çalışmaları Asım Tevfik ile yürüttük, grubumuzu genişlettik ve o zaman çok sorumluluk getirici bir iş olan kulüp kurma işimizi tamamladık.
Emellerimizin düşünceden uygulamaya geçmesi sırasında yanımızda çalışan Asım Tevfik olduğu için, onu, hala müzemizde sakladığımız sicil defterimizin iki numarasına, Emin Bülent’i de üç numarasına kaydettik.
Aradan yıllar geçti. Güneş kulübünün doğmasına varan anlaşmazlıklar ve mücadeleler Emin’i çok üzmüştü, spordan ve sporcudan nefret ediyordu. Öyle sanıyorum ki, bizi artık yalnız kişisel dostluk bağlıyordu. Galatasaraylılık ortadan silinmiş gibiydi.
Yıllar yeniden akıp gitti. Unutmayacağım bir kara gündü. Emin Bülent Göztepe’deki evinde son saatlerini yaşıyordu. Sayın eşi beni karşılarken, “Aman, bu defa çok fena göreceksiniz… İçeriye girmeden kendinizi alıştırın, yüzünüzden birşey anlamasın…”Aylardan beri ölüme karşı yaptığı çetin mücadele zavallı Emin’in aslan gibi bünyesini bitik bir hale getirmiş hem de ruhunu hırpalamıştı. Eliyle işaret ederek beni yanına çağırdı. “Ali Sami” dedi, “Şimdiye kadar içimde sakladığım bir duyguyu sana açıklayacağım: Benim hakkımı yediniz, 2 numaralı Galatasaraylı benim” ve gözlerinin feri bir an için tekrar parlayarak: “Arkadaşlara söyle, hakkımı vermezseniz ruhum hepinizden davacıdır” sözünü ekledi. Emin hayatının son büyük hamlelerinden birini yapmıştı. Başı yana çevrildi, elleri yorganın üstüne dermansız düştü. Ben şaşırmış kalmıştım, Kulübünün sözünü bile ettirmek istemeyen insan bu muydu?
Emin’in son arzusunu yerine getirmek için önce Asım’la görüştüm.
O da Emin’i çok severdi. Kulüp dertleri bizi birbirimize üç
silahşörler gibi bağlamıştı. Asım, Emin’i kurtarmak için canını
verirdi, fakat Galatasaraylılığını ifade eden bu belgeden
vazgeçmeye razı olamadı, elinden gelmiyordu. Galatasaray kongresi,
iş kendisine gelince, bu iki emektar arkadaşın duygularını coşkuyla
karşıladı, her ikisini de kulüplerine bağlılık açısından haklı
görerek güzel bir sonuca vardı:
Emin de, Asım da Galatasaray’ın 2 numaralı üyesi sayılacak; 3
numara kimseye verilmeyecekti. Fakat gerçekte öyle olmadı, Emin’in
asil ruhundan boş kalan yeri bir tek kişi değil, bütün
GalatasaraylIlar bir anda duygularıyla doldurdular.”
GALATASARAY'IN KURULUŞ RENKLERİ NEYDİ?
Galatasaray Spor Kulübü'nün ilk renkleri kırmızı-beyaz'dır. Bayrağımızın renklerinden esinlenerek seçilen bu renkler, dönemin baskıcı ve paranoyak yönetimi tarafından kuşkuyla karşılanmış ve futbolcular sıkı bir takibe alınmışlardır. Bu nedenle, sarı-lacivert renkler gündeme gelmiş ama bunlar da kalıcı olmamış ve Galatasaray bugünkü renklerine kavuşmuştur. Bu renklerin öyküsünü Ali Sami Yen'den dinleyelim:
"Birçok yerleri dolaştıktan sonra, nihayet Bahçekapı'daki Şişman Yanko'nun dükkanına gidilerek orada zarif iki yünlü kumaşa tesadüf ettik. Biri, vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızı, öteki de, içinde turuncudan iz taşıyan tok bir sarı. Tezgahtar, mahirane bir el hareketi ile kumaşların dalgalarını birleştirdi. Bir saka kuşunun başı ile kanadının yarattığı renk güzelliğine benzer bir parlaklık hasıl oldu. Ateşin içindeki renk oyunlarını görür gibi olmuştuk. Sarı-Kırmızı alevinin takımımız üstünde parıldamasını tasavvur ediyor ve bizi derhal galibiyetten galibiyete götüreceğini tahayyül ediyorduk. Nitekim de öyle oldu." Buna karşılık kuruculardan Bekir Sıtkı, söz konusu renklerin Gül Baba'nın II.Beyazıt'a verdiği sarı ve kırmızı güllerden esinlendiğini ileri sürer.
KURULUŞUN İLK YILLARI
1905 yılı Ekim ayında Galatasaray Lisesi öğrencilerinden Ali Sami Yen, Galatasaray Lisesi’nde Mehmet Ata Bey'in dersi sırasında arkadaşlarıyla konuşarak, yeni bir futbol kulübü kurmaya karar verir: “1 Ekim 1905'te mektebin beşinci sınıfında edebiyat öğretmenimiz merhum Mehmet Ata Bey’in dersi esnasında birkaç arkadaş baş başa vererek Galatasaray’da bir futbol kulübü kurmaya karar verdik.”
Mehmet Ata Bey'in dersinden sonra tenefüste herkes futbol oynamak için yine Grand Cour’a toplanır, oysa, o dönemin II. Abdülhamit idaresi, spor kulüplerini kurmak bir yana, gençlerin bir araya gelmesini bile yasaklamaktadır.
İşte Galatasaray futbol takımının “nüvesi”ni oluşturan ilk futbol takımları böylece oluşmaya başlar.
Ali Sami Yen'in deyimiyle, bu takımları oluşturan çocukların arasında Alexandre Dumas'nın Üç Silahşörleri’ne benzer bir bağlılık vardır. Kimi zaman hakaretlere uğrayan, kimi zaman dövüşmek zorunda kalan, kimi zaman tutuklanıp, okuldan uzaklaştırılan bu çocuklar, bağlılıktan doğan gücü keşfederler.
Okulda müdürleri Abdurrahman Şeref Bey de ‘camlar kırılıyor’ diye futbol oynanmasını yasaklar. II. Abdülhamid'e okul ve öğrenciler aleyhine jurnal verilmesi sonucunda, okul dışında da futbol oynanması engellenir. Ancak Ali Sami Yen ve arkadaşları hapsedilmeyi, sürülmeyi göze alarak her hafta İstanbul'un başka bir çayırına giderek gizlice futbol oynarlar. Bu alışkanlıkları kulüpleşinceye kadar devam eder ve onlara sürekli sıkıntı yaratır. Galatasaray Kulübü’nün büyük kurucusu Ali Sami Yen'in ifadesine göre; "Her defasında rahmetli Abdurrahman Şeref bizleri, mektebin futbol âşıklarını odasına çağırır, karşısına dizer: 'Siz yine futbol oynamışsınız öyle mi?' diye sorardı. Hepimiz susar, bu soruya cevap vermezdik. O zaman aziz müdürümüz yanımıza yaklaşır, tombul eliyle hepimize birer tokat aşkeder, 'Bir daha top oynadığınızı görmeyeyim' derdi. Biz tokatları yer, mektepten izinli çıkar çıkmaz en uzak çayıra gider yine futbol oynardık".
Dönemin kolluk kuvvetleri olan hafiyeler de bu başarılı öğrencilerin top oynamasına izin vermemek için onları takip eder ve jurnallerini ilgililere iletirlerdi: "Mekteb-i Sultanî-i Şahane talebesinin kale kurup birbirlerine top endaht ettiklerinin görüldüğü bera-yı sadakat arz olunur."
Ali Sami Yen ve arkadaşları, 1905’de Kadıköy’de bir Rum ekibiyle oynadıkları maça isimsiz olarak çıkar ve maçı 2-0 kazanırlar. Maçların sonunda, kulübün ismi seyirciler tarafından konur: “Galata Sarayı Efendileri”.
Müdür Bey’in tokatları ve mektebin cezaları, hafiyelerin takibi veya hapse atılmak tehlikesi, “Galata Sarayı Efendileri”nin futbol aşkını söndüremez. Hiçbir baskı, Galatasaray Kulübü’nün bu gençlerle doğmasını engelleyemez. Tam bu sırada, Galatasaray'ın en büyük şansı Tevfik Fikret gibi bir Galatasaraylı’nın müdür olarak göreve gelişi ile gerçekleşir.
Tevfik Fikret, eski müdürün tam tersi olarak futbol oynayanlara baskıcı bir tutum sergilemez, aksine takım kurma ve kulüpleşme aşamasında elinden geleni yaparak mektepten sonra kulübe de büyük katkı sağlar. Kendi devrimci ruhunu Galatasaray anlayışıyla birleştirerek Galatasaray'ı kısa zamanda gerçek kimliğine kavuşturan Fikret, müdürlük görevin yanı sıra Galatasaray Spor Kulübü'nün “hami (koruyucu) başkanlığı”nı da üstlenmiştir.
Galatasaray Spor Kulübü'nün ilk renkleri kırmızı-beyaz olarak belirlenmişti. Türkçülük renklerinden esinlenerek seçilen bu renkler, dönemin baskıcı ve yanlı düşünen yönetimi tarafından kuşkuyla karşılanarak futbolcular yakın bir takibe alındılar. Osmanlı İmparatorluğu'nun giderek yükselen bir Türkçülük hareketinden korkması ile; bu renklerin kullanılması da yasaklanır. Ali Sami Yen’in yorumuyla; "Kuşdili'nin meşhur al fesli, palabıyıklı, tıknaz hafiyesi etrafımızda çizdiği çarkları daraltmaya ve fena gözle bakmaya başlamıştı. Çok genç olmamızı, bu hareketlerimizin anlayışla karşılanması için kalkan olarak kullanmakla beraber, amacımıza ulaşma yolunda, istemeye istemeye kırmızı-beyazı terk ettik."
O zamanki lig federasyonunun teklif ettiği, sarı-siyah renkler de gündeme gelmiş, ancak kalıcı olmayınca yeni renkler bulunması gerekmiştir. Bu renklerin öyküsünü Ali Sami Yen'den dinleyelim:
"Birçok yeri dolaştıktan sonra, nihayet Bahçekapı'daki Şişman Yanko'nun dükkanına gidilerek orada zarif iki yünlü kumaşa tesadüf ettik. Biri, vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızı, öteki de, içinde turuncudan iz taşıyan tok bir sarı. Tezgahtar, mahirane bir el hareketi ile kumaşların dalgalarını birleştirdi. Bir saka kuşunun başı ile kanadının yarattığı renk güzelliğine benzer bir parlaklık hasıl oldu. Ateşin içindeki renk oyunlarını görür gibi olmuştuk. Sarı-Kırmızı alevinin takımımız üstünde parıldamasını tasavvur ediyor ve bizi derhal galibiyetten galibiyete götüreceğini tahayyül ediyorduk. Nitekim de öyle oldu."
Metresi otuziki kuruş olan bu sarıyla kırmızı, onları etkilemiştir. Umduklarından daha pahalı olmasına rağmen, kestirip alırlar. Alınan sarı-kırmızı kumaşlar, Ali Sami Bey’in kız kardeşi Samiye (Erer) Hanım tarafından forma olarak dikilir.
Sarı-Kırmızı formalı Galatasaray Futbol Takımı ilk kez 6 Aralık 1908 günü Barhau İngiliz gemisi takımıyla yapılan maça çıkar. Bu, zafer yıllarının başlangıcı ve ilk adımıdır. Ve böylece, 1908 – 1909 sezonunda ilk şampiyonluğa ulaşılır. Şampiyonluğa giden seride son maçta İmogen ‘i 11-0 yenen “Galata Sarayı Efendileri” şampiyon olan ilk Türk takımı olarak Türk Futbol Tarihi’ne geçer.
İlk şampiyonluğa ulaşan Galatasaray oyuncuları, aldıkları İstanbul Ligi Şilti'ni de çok sevdikleri müdürleri, ağabeyleri, hocaları Tevfik Fikret ile paylaşarak o günün anısına unutulmaz bir hatıra pozu verirler. Galatasaray, sırasıyla 1909 – 1910 ve 1910- 1911 sezonlarını da şampiyon olarak tamamlar.
Galatasaray'ın ilk amblemi, 333 Şevki Ege tarafından çizildi. Bu, ağzında futbol topu olan kanatları gerili bir kartaldı. "Kartal", Galatasaraylıların üzerinde durduğu bir amblem örneğiydi. Ancak, kartal adı benimsenmeyince, Şevki Ege'nin kompozisyonu bir kenara itildi. Sonraları, Galatasaray amblemi doğdu ve benimsendi.
Cumhuriyetin ilan edildiği yıl olan 1923’te Galatasaray’ın artık 1919’dan bu yana kesintisiz olarak yapılmaya başlanan kongrelerinden birisi daha yapıldı. Kulüp henüz 18 yaşındaydı ve Bu kongreye özellikle gençler daha çok ilgi göstermişti.
Ancak bu kongrenin tarihi bir özelliği olacaktı. O güne değin elde ettiği başarılar ile kendisini hem ülke içinde, hem de ülke dışında kabul ettiren Galatasaray’ın, bir kulübün sahip olması gereken bir alamet-i farikaya yani kendisine özgü sembole o kongrede kavuştu.
Amblemin ortaya çıkışı kendi halinde, sessiz sedasız, mütevazı
Ahmet Ayetullah isimli bu gencin kalemi sayesinde olmuştu.
Arkadaşlarının kısaca Ayet olarak çağırdıkları Ayetullah, kendisi
gibi bir dergi çıkarmaya ve bu sayede Galatasaraylı öğrencilerin
sesi olmaya meraklı olan arkadaşı Şinasi ile Kara Kedi adını
verdikleri bir dergi çıkarmaktaydı. Daha önce yazdığımız gibi,
dergi öyle matbaada basılan bildik dergilerden değildi. Bu dergi
tüm arkadaşların katılımı ile hazırlanıyor ve Ayet’in inci gibi el
yazısı ile de yazılıyordu. Yani söz konusu dergi tam anlamıyla el
emeği, göz nuru bir çabanın ürünüydü.
Lise I. Sınıf öğrencisi olan Ayet’in ağırlıklı olarak arkadaşı
Şinasi ile birlikte hazırladığı Kara Kedi’nin çizeri Ayet,
inanılmaz bir çizgi yeteneğine sahipti. Sayfalarımızdaa bol bol
örneklerini gördüğünüz kara kalem çalışmaları, Ayet’in müthiş
gözlem yeteneği ile birleştiğinde dönemin yatakhane kültürü, lise
gündelik hayatı, İstanbul yaşamı, Beyoğlu ve birçok değişik olaylar
üzerinde canlı bir arşiv oluşturuyordu…
İşte o müthiş çalışmaların birinde Ayet, kendi zevkine göre bulduğu ve geliştirdiği dekoratif unsurlar ya da elle çizilmiş resimler ile süslediği derginin bir sayfasında herkesin dikkatini çeken bir figür kullanmıştı.
Ayet, Harf devrimi öncesinde kullanılan alfabenin G ve S’ye karşılık gelen gayın ve sin harflerini ahenkli bir tasarım ile birlikte çizmiş, her zaman yaptığını yaparak, ortasına da kendi dergisinin adını ve “logosunu”, o sevimli kara kedisini yerleştirmişti!
Çizim, hemen herkesin çok hoşuna gitmişti. “Galata” ve “Saray” kelimelerinin baş harflerinin çok şık bir tasarım ile istiflenerek bir araya getirilmesinden oluşan- tabii ki kara kedisiz!- bu amblemin kulüp yöneticilerine gösterilmesi kararı verildi.
İşte kulübün 1923 yılında toplanan kongresi bu çalışmanın heyete sunulması ve kabul edilmesi için çok iyi bir fırsattı. Kendi halinde sessiz bir kişiliğe sahip Ayet’in o heyecanlı kongre ortamında kendi çalışmasını ortaya çıkarmas biraz zordu ama daha atılgan karakterli yakın dergi arkadaşı Şinasi, gayın sin’li resmi Ayet’ten alarak kongreye sunmaya karar vermişti.
Ancak o da sonuçta çok gençti; bir noktadan sonra elindeki bu
amblem ile ortaya çıkmaya cesaret edememişti. Daha “oturaklı”,
“sözü geçen” bir üyeye ihtiyaç vardı. Şinasi’nin yanıbaşında oturan
Doktor Namık (Canko) bir girişimde bulunmuş ve Şinasi’nin elindeki
taslağı alarak kürsüye çıkmıştı.
Doktor Namık konuşmasına “ … arkadaşlar genç kardeşlerimizden
Şinasi Reşit kongremize bir rozet şekli getirmiştir. Kulübümüzün
remzi ve rozetimiz olarak kabul edilmesini teklif ederim …” diyerek
başladı. Sonrasında da Şinasi’den aldığı büyük bir resim kağıdına
çizilmiş olan sarı kırmızı gayın sin’i ortaya çıkardı. Resmin
ortaya çıkması ile birlikte salonda büyük bir alkış koptu ve tüm
Galatasaraylıların gönülden ittifakı ile üzerinde hiçbir tartışma
olmaksızın bu amblem kabul edildi. Artık Galatasaray’ın da tüm
dünyadaki önde gelen kulüpler gibi bir amblemi, kendisini semboller
ile tanıtmasını sağlayacak bir logosu olmuştu.
Ayet’in eliyle yazdığı öğrenci dergisinin kapağı için tasarladığı amblemin kulübün resmi logosu haline gelmesi ve kongrenin aldığı karar ile kullanımına işlerlik kazandırılması sonrasında, söz konusu amblem ilk kez 1925 yılında yeni kurulmuş olan Galatasaray talebe sandığının zarf ve mektup kağıtlarında kullanılmıştı. Daha sonrasında ise lise öğrencilerinin kasketlerine ve ceketlerine işlenmişti. Elbette aynı yıllardan itibaren hangi branşta sahaya çıkarsa çıksın tüm Galatasaraylı sporcuların formalarına da.
Bugünkü Galatasaray Lisesi'ne girer, ağaçların doğal bir koridor oluşturduğu yoldan ilerlerseniz karşınıza çıkacak olan Mektep binasının ana kapısına ulaşırsınız. İçeriye girin tüm Galatasaraylılar ve Galatasaraylı olmayanlar ve tarihin bir bölümüne tanık olun.
İçerdeki bu taş ve mermer salonda sizi "VATAN" ve "GALATASARAYLILIK" sevgisi karşılayacaktır. Kapının tam karşısındaki bölümde yalın olmasına karşın görkemli bir anıtta vatan uğruna şehit düşen Galatasaray Lisesi öğrencilerinin listesi yer almaktadır.
Bu anıtı gördükten sonra "fazla söze gerek olmadığını" siz de anlayacaksınız. Salonun, giriş kapısına göre sağ tarafında, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1910 senesi hudutlarını gösteren bir harita, haritanın her iki yanında ise şehit olan gencecik yurtseverlerin fotoğrafları sıralanmıştır. Ve haritanın üstünde bir ibare: "Galatasaray'ın bu kahraman evlatları, 500 yıllık bu vatan topraklarını kurtarmak için şehid düştüler."
Bu bölümün tam karşısındaki duvarda ise Donanma Mecmuası'nın Ekim 1915 sayısının Spor İlavesi'nde yayınlanmış olan Galatasaray mensubu şehitlerin, yaralıların ve cephelerde vuruşanların listeleri "Şerefli İdmancılar" başlığı altında yer alıyor. Bu liste Donanma Mecmuası'nın büyük boyda yayımlanan haftalık dergisinin "İdman Sütunları" ismi altında verdiği ilavelerin 118 ve 119. sahifelerinde yayımlanmıştır.
Bu panoların yanındaki bir başka panoda, Devrin en büyük gazetesi Tasvir-i Efkar'ın 13 Nisan 1913 tarihli ve 725 sayılı nüshasında çıkan resmin ve yazının bugünkü Türkçe'yle ifadesi bulunuyor: '1913 Balkan Harbine Gönüllü Giden Galatasaray Talebeleri Hakkında' başlığıyla verilen yazıda, talebeyken savaşa gidenlerin haberi yer alıyor. Çoğu öğrenciyken gönüllü olarak katıldıkları savaşlarda şehit olan bu yurtseverler hiçbir zaman unutulmadı.
Ruhları şâd olsun.
Galatasaraylı Şehitler
1- Ahmet Muhtar Bey, mektep numarası 783; Sultaniyi bitirdikten sonra (1895 mezunu) asker oldu, İstanbul'da 31 Mart 1908 ihtialinde şehit edildi. Taksim, talimhanede şehid olduğu yerdeki sokağa adı verilmiştir.
2- İdris Bey, talebe iken 1911'de gönüllü olarak katıldığı Trablus Garb harbinde şehit oldu.
3- Fuad Bey, talebe iken 1912'de gönüllü olarak katıldığı Balkan Harbinde şehit oldu.
4- Arif İsmail Bey, Trakya'da zengin bir çiftçinin oğlu idi, Balkan Harbinde talebe iken Bulgarlara karşı gönüllü dövüşürken şehit oldu.
5- Ahmet Refik Bey, mektep numarası 119, mektebin 1911 yılı mezunlarından; Hammer mütercimi Mehmet Ata Beyin büyük oğlu, Dr. Galib Ataç ile yazar Nurullah Ataç'ın ağabeyleri, ihtiyat zabiti olarak katıldığı Çanakkale Muharebelerinde 1914'de şehit oldu.
6- Cahid Bey, mektep numarası 206, mektebin 1913 mezunlarından, ihtiyat zabiti olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde şehit oldu.
7- Cemil Bey, mektep numarası 64, mektebin 1913 mezunlarından, ihtiyat zabiti olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde şehit oldu.
8- Halid Fuat Bey, mektep numarası 134; müşir Deli Fuat Paşanın oğlu, 1911'de gönüllü olarak Balkan Harbine katıldı, sonra orduda kaldı ve Çanakkale'de şehit oldu.Paşanın harpte şehit olan dördüncü oğludur.
9- Muzaffer Bey, mektebi son sınıftan terk ederek gönüllü olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde şehit oldu.
10- Vecdi Bey, mektebi son sınıfta terk ederek önce gönüllü olarak Balkan Harbine katıldı, sonra orduda kaldı, Çanakkale'de şehit oldu.
11- Hasnun Galib Bey, valiliklerde bulunmuş Galib Paşanın oğlu. Galatasaray Kulübünün en iyi futbolcularındandı, gönüllü olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde şehit oldu (1915). Kulüp binasının bulunduğu sokak onun adını taşımaktadır.
12- Mehmet Ali Bey, Kadıköylü Enver Paşanın oğlu, talebe iken gönüllü olarak önce Balkan Harbine, sonra Birinci Cihan Harbine katıldı ve 1915'de şehit oldu.
13- Aziz Ulvi Bey, şair Ali Ulvi Beyin oğlu, 1915'de mektebi son sınıftan terk ederek gönüllü olarak katıldığı 1. Cihan Harbinde şehit oldu.
14- Agop Elmasyan, askeri doktor olarak katıldığı Çanakkale Muharebelerinde 1915'de bombardıman altında yaralıları tedavi ederken vatanı yolunda öldü.
15- İbrahim Orhan Bey, mektep numarası 794, mektebin 1912 yılı mezunlarından; Dr. Sadık Beyin oğlu, Sadullah Paşanın torunlarından, gönüllü olarak hava subayı oldu, Çanakkale Muharebelerinde iki defa yaralandı. 1916'da uçağı ile Semadirek adası açıklarında denize düşerek şehit oldu, harpte düşen ilk havacımızdır.
16-Said Fuad Bey, son sınıfta iken gönüllü olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde şehit oldu; mektebin ilk Keşşaflarından (izcilerinden) idi, Keşşaf Said diye anılırdı.
17- Neş'et Bey, mektep numarası 434, Bandırmalı Tevfik Paşanın oğludur, mektebin son sınıfında iken gönüllü olarak önce Balkan Harbine katılmış, 1. Cihan Harbinde şehit olmuştur.
18- Mehmet Refik Bey, talebe iken gönüllü olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde 1914'de Kafkas Cephesinde şehit oldu.
19- Cevad Bey, mektep numarası 317, mektebin 1912 yılı mezunlarından, ihtiyat zabiti olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde 1916'da Kafkas Cephesinde şehit oldu.
20- Halet Bey, talebe iken Balkan Harbine gönüllü olarak katıldı, sonra orduda kalarak Birinci Cihan Harbinde Sina Cephesine gitti, "Fedai Hecinsüvar Birliği" kumandanı iken mektepten sınıf arkadaşı Memduh Beyle birlikte şehit oldu (1916).
21-Memduh Bey, mektep numarası 669, Halet Beyin sınıf arkadaşı, 1912'de yalnız Türkçe'den ehliyatname almış, bir ara mektepte muid (mubassır) olarak çalışmıştı, mektepte "Alişpaşazade" diye anılırdı, Birinci Cihan Harbinde ihtiyat zabiti olarak Sina cephesinde arkadaşı Halet Beyle birlikte şehit oldu.
22- Hasib Bey, mektep numarası 13, mektebin 1913 senesi mezunlarından, Almanya'da ziraat tahsilinde iken tahsilini yarım bırakarak gönüllü katıldığı Birinci Cihan Harbinde Kafkas Cephesinde şehit oldu.
23- Celal İbrahim Bey, mektep numarası 6, mektebin 1914 yılı mezunlarından ve Galatasaray takımının ünlü futbolcularından, ihtiyat zabiti olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde 1917'de Irak cephesinde şehit oldu.
24- Ahmed Hamdi Bey, mektep numarası 117, gönüllü olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde 1917'de Gazze'de şehit oldu.
25- Mehmed Ali Bey, mektep numarası tesbit edilemedi, gönüllü olarak katıldığı Birinci Cihan Harbi'nde 1917'de Sina'da şehit oldu.
26- Sadi Bey, Mektebi Sultani'den Harbiye'ye geçti, muvazzaf subay oldu, 1921'de Sakarya Muharebesi'nde şehit oldu.
27- Fatin Bey, mektep numarası 1073, mektepten 1920'de mezun oldu, askeri tıbbiyeyi bitirdi. 1932'de askeri tabib olarak katıldığı şark isyanı tenkil harekatında asiler eline düşerek vahşiyane şehit edildi. Menemen'in Kubilay'ı gibi, hatırası kutlanacak, Ağrı'ya yahut Karaköse'ye abidesi dikilecek bir şehittir.
Galatasaray Dergisi, Ağustos 2002, Sayı 2, Mustafa Bayka
Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Galatasaray Lisesi Ziyaretleri
Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ü "bir takım taraftarı" yapmak çabaları, tarihin gerçekleri karşısında her zaman hüsrana uğruyor.Ulusların yaşamında çok az sayıda kişi önder niteliğini kazanmış ve tüm ulusa mal olmuştur. Bu nitelikteki kişilerin kayıtlı belgeler olmadan sözel tanıklıklara dayanarak birtakım alanlarda tüm ulusun aidiyetinden koparılıp bazı camialara mal edilmesi yanlış bir tutumdur. Bu kişiler tarihsel özellikleriyle, kişiler, topluluklar, gruplar ve camialar üstüdür. Bunun tersini savunmak kişi ve camialara bir öncelik kazandırmayacağı gibi, toplumsal boyutta da onarılmaz yaralar açar. Bunun bilincinde olan gerçek önderler de, toplumun tümünü kucaklamayan ve kurucusu olmadıkları ya da arasında yer almadıkları oluşumlara katılma konusunda büyük hassasiyet gösterirler. Mustafa Kemal Atatürk bu özeni göstermemiz gereken kişilerin başında gelir.
Atatürk'ün Galatasaray camiasıyla olan ilişkisi, Galatasaray Lisesi'ni 2 Aralık 1930, 28 Ocak 1932 ve 1 Temmuz 1933 tarihlerindeki ziyaretleriyle somutlaşmıştır. Çok yakın bir tarihte yitirdiğimiz ve bugün örneğine pek rastlanmayan "duayen" gazeteci Metin Toker' in sözleriyle,
"Hiçbir lise Atatürk'ten böyle bir ilgi görmemiştir...Galatasaray, sadece 'Türkiye'nin' Batı' ya açılan penceresi' değil, Atatürk devrimlerinin en önemlilerinden, belki de en önemlisi laisizmin kilometre taşlarından biri olmuştur.Nasıl Harp Akademisi, Harbiye ve Mülkiye sıradan eğitim müesseseleri sayılmazsa Galatasaray da sıradan bir lise sayılamaz."
Evrensel bir sevgi
Galatasaray camiasının Atatürk'e karşı duyduğu sevginin
evrenselliği 956 okul numaralı Celalettin Som' un satırlarında
çarpıcı bir biçimde dile gelir: "Galatasaray Lisesi 7. sınıftaydım.
Sınıf, müdür merdiveni karşısında, ön avluya bakan, müdür odasından
sonraki ilk sınıftı. Beyoğlu Caddesi'nin bütün gürültüsü duyulurdu.
İlk dersimiz Fransızcaydı. Hocamız Monsieur M. Journé
anlatıyordu...Birden bütün sesler sustu...Koyu sessizlikte mektebin
önünde virajı alan tramvayın acı çığlık sesine benzeyen demir
tekerleklerin raylara sürtünmesinden çıkan ses kulaklarımızda
çınladı...M. Journé ders anlatmayı kesmiş, başını elleri arasına
almış ağlıyordu!..Tarih 10 Kasım 1938 saat 9'u 5
geçiyordu...ATATÜRK vefat etmişti." İşte o günlerde evrensel ve
toplumlar üstü bir devlet adamına karşı duyulan evrensel sevgi
budur.
Galatasaray Lisesi'ni İlk Ziyareti
1930 yılında dünyanın ve Türkiye'nin, siyasal ve toplumsal
konjonktürü oldukça hareketlidir. Atatürk 18 Kasım'da bir yurt
gezisine çıkar ve İstanbul'a döndükten sonra bazı okulları ziyaret
ve teftiş eder. Devletin resmi yayın organı Ayın Tarihi mecmuası bu
olayı şöyle anlatır (cilt 23-24, sayı 79-81, sayfa 6630-6631):
"3.12.1930; Reisicumhur Gazi Hz. saat ikide otomobille saraydan hareket ederek sıra ile Harp Akademisi, Mülkiye ve Harbiye Mekteplerini...buradan Galatasaray Lisesi'ni teşrif ettiler.(...) Galatasaray Lisesi'nde kütüphanenin hatıra defterini imzaladılar. Daha sonra müdür odasında bir müddet oturarak mektebin vaziyeti umumiyesi ve talebenin durumu hakkında konuştular. İmla, resim ve lisan derslerinde bulundular, mektep müdüründen uzun uzadıya izahat aldılar..."
Şimdi devlet arşivlerinden edinilen bu kuru ve nesnel bilgilerin yanına çağdaş yazınımızın öykücülüğünün ve tiyatro yazarlığının bir klasiği olan, benzersiz kurgu işçiliğinin yanı sıra edebiyatımıza 'humour' denilen ince alayı ve gözlem gücünü de kazandıran ve bir Galatasaraylı olan ustanın kalemine, Haldun Taner'in gözlemlerine başvuralım ve bu ziyareti bir kez de onun anlatısından dinleyelim:
Şarklıların Efsaneye Düşkünlüğü
"Ya sekizde ya dokuzda idik. Demek ki otuz, otuz bire rastlıyor.
Mektepte bir telaş, bir kıyamet. Taş tablolar boyanıyor, yıkık
yerler sıvanıyor. Meğer Gazi Paşa gelecekmiş. İdare her sınıfa Afet
Hanımın, baskısı henüz bitmemiş Yurt Bilgisi kitabından üçer nüsha
dağıttı. Talebeler kımlanıyor: 'Ah bir bizim sınıfa girse.' Hocalar
başka gûna: 'Allah vere bizimkine girmese.' (...) Atatürk'e
bakıyorum, resimlerinde sık sık gördüğümüz pozlarından birinde: Sol
elinin iki parmağını üst yelek cebine takmış, başı hafif öne eğik,
çatık kaşları ve o meşhur bakışıyla gözünün üstünden müdüre bakarak
anlattıklarını dinliyor. Biz Şarklılar neden ille her şeyi büyütüp
efsaneleştiririz. Aklı başında insanlardan duymuştum: 'Bakılamıyor
efendim,' diyorlardı. 'İmkânı yok gözlerine bakılamıyor. Çenesine
kadar hadi neyse ne ama, başınızı daha yukarı kaldırdınız mı,
gözleriniz iki kuvvetli projektörle karşılaşmış gibi kamaşıyor,
çarpılıp sersemliyor, bir şeyler oluyorsunuz.' Ben bunu duydum ya,
şimdi korkudan başımı kaldırıp da yüzüne bakamıyorum. Bütün
görebildiğim: Saatinin kösteği, yeleği, sol elinin yelek cebine
dalmış iki parmağı, kolalı devrik yakası, hadi bilemediniz biraz da
çenesinin ucu...Hepsi bu kadar. Ama çocukluk işte, şeytan dürttü.
Ya herrü ya merrü deyip birden daha yukarı bakıverdim. A, ne
kamaşma ne çarpılma, işte pekala bakılabiliyordu. Hatta müdür de
bakabiliyordu. Hoca da bakabiliyordu.
Bu Gözlerden Hiçbir Şey Kaçmaz
Gerçi projektör, şimşek filan edebiyat ama, şunu söylemeli ki, bu
bakış pek öyle herkesin bakışına da benzemiyordu. Bu gözler bir
yere bakıyor ama baktığı şeyden çok daha gerileri çok daha
derinleri görüyor gibi idiler. O gün, orada, onun karşısında çocuk
kafamın koyduğu ilk teşhis şu oldu: Bu gözlerden hiçbir şey kaçmaz
arkadaşlar. Bu adam kandırılamaz, aldatılamaz. Bu adam mugalataya,
laf cambazlığına pabuç bırakmaz. Bu adam, bilmek için öğrenmiş
olmaya ihtiyacı olmayan, bildiğini bilen, bilmediğini de şıp diye
sezen bambaşka bir insandır(...) Atatürk mektepten ayrılmak üzere
iken paydos trampeti çaldığından hepimiz bahçeye boşandık.
Rahmetli, maiyetindeki mutat zevata bir şeyler söyledikten sonra
talebe kalabalığının ortasına dalıverdi. O, tek başına, ortamızda,
maiyetindeki zevat ise geride, çok geride, mektebin iki kanadı da
açılmış cümle kapısına doğru yürümeğe başladık. Atatürk, yüzünü
daha iyi görebilmek için yengeç gibi yampiri yampiri hatta gerisin
geri yürüyen bir sürü çocuğun arasında, iki eli ceketinin iki yan
cebinde, gururlu ve gülümser ilerliyordu. Büyük kapının önüne
binlerce meraklı birikmişti. El ele vermiş polisler kaldırımlardan
taşan halk kitlesini zor zaptediyorlardı. Karşı apartmanların her
bir penceresinde ben diyeyim, on, siz deyin yirmi baş. Atatürk
görününce bir alkış koptu. Aklımıza gelmiş gibi biz de onlara
uyduk. Atatürk bu alkışlar arasında otomobiline bindi (...) Akşam,
etütte yoklama yapılınca, o kargaşalıkta iki açıkgöz arkadaşımızın
neharilere karışıp mektepten kaçtıkları anlaşıldı. Geçmiş zaman,
kendilerine idarece bir ceza verildi mi idi, pek hatırlamıyorum.
Galiba, bu tarihi günün yüzüsuyu hürmetine, Beyoğlu'nda sürtüp
durdukları yanlarına kâr kaldı idi. E, artık o kadar da olmasın
mı?"
İkinci Ziyaret
Mustafa Kemal, 28 Ocak 1932 Perşembe günü Beyoğlu'nda otomobille
çıktığı bir gezinti sırasında saat 16'da Galatasaray Lisesi'ni
ikinci kez ziyaret ederek onurlandırmıştır. Lisedeki tarihi Tevfik
Fikret salonunda verilen bir müsamereyi izlemiş ve oyunda rol alan
öğrencilere övgüler yöneltmiştir. Niyazi Ahmet Banoğlu'nun
"Atatürk'ün İstanbul'daki Hayatı" adlı yapıtında bu ziyaret
hakkında bilgi verilmektedir.
Üçüncü Ziyaret
Atatürk'ün Galatasaray Lisesi'ne üçüncü gelişinin tarihi 1 Temmuz
1933'tür. Gazi bu gelişinde öğrencilerin Tarih-Coğrafya-Yurt
Bilgisi grubundan geçirdikleri orta mektep bakalorya sınavlarına
bizzat katılmış ve çeşitli sorular sormuştur. Maiyetiyle
(Riyaseticümhur Katibi Hikmet (Bayur), Başyaver Celal, Yaver Şükrü
ve Cevdet Beyler ve Muallim Afet Hanım) Lise'ye gelen Atatürk
talebenin alkışları arasında Müdürlük odasına çıkmış, burada müdür
Tevfik Bey ve öğretmenlerle okul hakkında görüştükten sonra doğruca
imtahan odasına girmiştir.
İlhan E. Postacıoğlu'nun anılarından Gazi'nin imtahan odasına girdiğinde sınavdaki öğrencinin Bandırmalı Ahmet olduğunu öğreniyoruz. Ardından Serbest Fırka'nın kurucusu Fethi Okyar'ın oğlu Osman (Okyar) sınav odasına alınır. Sınavdan çıkan Osman Okyar'a Atatürk tarafından babasına selam söylendiği öğrenciler arasında hızla yayılır ve büyük bir memnuniyet uyandırır. Atatürk'ün Galatasaray Lisesi öğrencilerine yönelttiği bazı sorular şunlardır: Atilla'nın Romalılar'la ilk harbi; Sevr muahedesiyle, Lozan muahedesi arasında ne gibi farklar vardır?; Eti medeniyeti; Devletçiliğin ve fertçiliğin mukayesesi; Şimendifer siyasetimiz; Malazgirt Meydan Muharebesi; Din ve laiklik üzerine sorular; İspanya yarımadası; Mudanya Mütarekesi; Bizanslılarla Türklerin ilk temasları; Referandum ve halk oylaması vb. Sınavlar gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürmüş ve Atatürk Galatasaray Lisesi'nden memnun kalarak ayrılmıştır. Dönemin okul müdürü olan Tevfik Ararat o günün izlenimlerini şu sözlerle anlatır:
"1 Temmuz 1933, Galatasaray Lisesi'nin yaşadığı en büyük gündür; o gün Gazi Hazretleri, müessemizde beş saat bir çeyrek saat kalmışlar, ve birinci devre Tarih-Coğrafya-Yurtbilgisi mezuniyet imtahanlarına giren talebemizden dokuzunu imtahan etmek lütfunda bulunmuşlardır. Galatasaray Lisesi, bundan sonra, o unutulmaz günü her sene anmak ve tekrar yaşamak için aynı devrenin aynı imtihanlarını daima aynı güne koyacaktır."
Bu yazı, "Dünden Bugüne Galatasaray" (Hazırlayanlar: Vefa O. Semenderoğlu-Osman Tamburacı), "Atatürk Önünde Tarih Bakaloryası" (İlhan E. Postacıoğlu), "Şişhaneye Yağmur Yağıyordu; Ayışığında Çalışkur" (Haldun Taner), "Atatürk ve Galatasaray" (Galatasaray'ın 500. Yıldönümünü Kutlama Komitesi), "Galatasaray Tarihine Ait Belgeler:I (1868-1933) (Orhan Koloğlu) başlıklı kitap ve belgelerden Metin Pınar tarafından derlenmiştir.
İstanbul’da futbol, ilk kez İngilizler tarafından şimdiki Fenerbahçe Stadı’nın bulunduğu yerdeki Papazın Çayırı denilen yerde oynandı. 1919 yılında Taksim Stadı’nın açılmasıyla futbolun yeni merkezi Taksim Stadı oldu
1939 yılında kentsel düzenleme kapsamında Taksim Stadı’nın da içinde yer aldığı tarihi kışla yıkıldı. Böylece statta ortadan kalkmış oldu. Bu süreçte Fenerbahçe Papazın Çayırı’ndaki araziyi mülkiyetine alarak Fenerbahçe Stadı haline getirirken, Beşiktaş şimdiki Çırağan Sarayı’nın yerinde yer alan Şeref Stadı’na geçti. Aynı dönemde stat konusunda en büyük problemi Galatasaray yaşadı.
Bu sorunun aşılması için ilk adımlar 30’lu yılların başında atıldı. Mecidiyeköy’deki dutluk bir arazinin Galatasaray’a kazandırılması için ilk girişim 1933 yılında dönemin başkanı Ali Haydar Barşal tarafından yapılmıştı.
1933-35 yılları arasında devlet ile yapılan görüşmeler neticesinde, kentin dışarısında yer alan Mecidiye Köyü’nde bir arazi Galatasaray’a yapılacak stad için tahsis edildi. 1936 yılında arazinin hafriyatına başlandı. Dönemin Türk Spor Kurumu Başkanı olan Adnan Menderes’ten bu iş için maddi yardım alındı. Ancak hafriyat aşamasında kaldı.
1940 yılında Tevfik Ali Çınar’ın başkanlığı döneminde stad
konusu yeniden gündeme geldi.
Aynı arazi 30 yıl müddetle ve yıllığı sembolik olarak 1 liralık
bedelle Galatasaray’a kiralandı.
Arazinin kullanım hakkı resmi olarak Galatasaray’ın oldu.
Galatasaray burayı kiralarken modern bir stat ve bisiklet veledromu
yapmayı da taahhüt etti.
Ancak inşaata yeterli maddi imkan olmaması ve savaş yılları olması dolayısıyla başlanamadı. 1943 yılında ihtiyacı görecek türden mütevazı bir stadın inşasına Osman Dardağan’ın başkanlığında başlandı.
Savaş yılları olması dolayısıyla stat ancak küçük bir açık tribünün yapılması ve toprak bir zeminle Muslihittin Peykoğlu’nun başkanlığı döneminde 1945 yılında açıldı.
Ancak o günlerde kent merkezine uzaklığı, ulaşım zorluğu ve çok sert rüzgar alması gibi nedenlerle burada uzun süreli futbol oynama imkanı olmadı.
Aynı tarihlerde şehir merkezinde bulunan İnönü Stadı’nın açılmasıyla birlikte Galatasaray, Mecidiyeköy’deki bu stadı terk edince burada stat yapım projesi de sonuçsuz kalmış oldu. 1955 yılında kullanım hakkı anlaşması, o tarihte kalan 22 yıllık sürenin üzerine 30 yıl daha eklenerek 2007’ye değin uzatıldı.
Stat için verilen taahhütlerin kulüp tarafından yerine getirilememesi üzerine işi Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü üstlendi. 1959 yılında inşaat başladı. 1961 yılında Refik Selimoğlu’nun başkanlığı sırasında Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü ile yeni bir anlaşma yapılarak, inşası başlamış olan stadın üst kullanım hakkı kesin bir şekilde Galatasaray’a verildi.
20 Aralık 1964’te olaylı bir şekilde açıldı. Aşırı kalabalık nedeniyle tribünlerde çıkan panik sonucu 1 kişi öldü, 80 kişi de yaralandı.
1965’te ilk kez ışıklandırıldı. Ancak fazla gece maçı oynanmadı.
1970’li yılların başında İnönü Stadı’nın yeniden kullanılmaya başlanmasıyla bir süre için terk edildi.
70’li yıllarda daha çok antrenmanlar için Galatasaray tarafından kullanıldı. Bu yıllarda stat terk edilmiş bir şekilde bakımsız olarak kaldı.
1981 yılında zemini çimlendirilerek tekrar açıldı.
1993 yılında ışıklandırılma sistemi yenilenerek yeniden gece
maçları oynanmaya başladı.
Aynı yıl Türkiye’de ilk kez kombine bilet sistemi Ali Sami Yen’de
başlatıldı.
Aynı yıl koltuk sistemine geçildi.
Ayakta yaklaşık 35.000 olan seyirci kapasitesi 22.000’e indi.
1997
Galatasaray yönetimi, Ali Sami Yen’in yıkılarak yerine yapılacak
olan, ve Türkiye’de ilk olacak çok amaçlı, modern bir stadın
projesini, Kanadalı bir mimarlık şirketine hazırlattı.
1998’de Stadın lansmanı yapıldı ve büyük ilgi topladı, Modern loca sistemi tanıtım sarısında tamamı sembolik olarak satıldı.
Yeni stat inşaatı için finansman arayışları başladı. Kulübün içerisinde bulunduğu zor mali durum nedeniyle, gereken finansman bulunamadı.
2001-2002 yılında, finansman ihtiyacını aza indirmek üzere açıklanan proje üzerinde tadilat yapılarak maliyetler aşağı çekildi ancak 2001 ekonomik krizi nedeniyle finansman bulma sorunu aşılamadı.
2003 -2004 sezonunda eski proje yeniden gündeme geldi ve yeni ve modern bir stat yapılması kararıyla terk edildi. Ancak finansman ihtiyacı yine karşılanamadı.
Mecidiyeköy’ün artık şehrin merkezinde kalması nedeniyle, devlet
yetkilileri bu arazide bulunan stadın büyütülmesine karşı çıktı.
Alternatif olarak Galatasaray’a yeni bir arazi önerildi.
2004-2007 yıları boyunca yeni arazinin ve üzerinde yapılacak olan
yeni stadın finansmanı konusunda arayışlar sürdü.
2004-2005 sezonunda genel bir tadilatın ardından tekrar Ali Sami Yen’e dönüldü.
1999 Depremi’nin ardından, oluşan tehlike nedeniyle 2005-2006 sezonunda Eski Açık tribün yıkılarak yeniden yapıldı. 2005-2006 sezonunun üçüncü haftasındaki Malatyaspor maçıyla Eski Açık Tribünü’nün tamamlanan inşaatı sonrasında ilk kez seyirci alınarak hizmete sokuldu. 1999 depreminden sonra Ali Sami Yen Stadı yeniden dört bir yanından maç seyredilebilen stadyum olma özelliğini tekrardan kazanıyordu. 11 Ocak 2011’de oynanan Beypazarı Şekerspor maçıyla birlikte Ali Sami Yen Stadı son kez bir resmi maça ev sahipliği yaptı ve Türk Telekom Stadyumu'na devretti.
GALATASARAY'IN STADI: Türk Telekom Arena Ali Sami Yen Stadı.
15 Ocak 2011’de Galatasaray-Ajax maçı ile muhteşem bir açılışa sahne olan Türk Telekom Stadyumu; Almanya-Stuttgart kökenli ASP (Arat-Siegel + Partner) bürosunun koordine ettiği bir konsorsiyum tarafından planlamıştır. Teknik, mekanik ve elektrik projesi; Obermeyer, statiği ise SBP firması tarafından hazırlanmıştır. Her üç planlama bürosu daha önce stadyum inşa etmiş ve spor yapılarında çok deneyimli plancılar olup, ekibin başında Mimar Mete Arat bulunmaktadır.
Stadyumun tabanı bir elips şeklindedir. Enine ekseni 190 metre, boyuna ekseni ise 228 metredir. Yayaların dolaşım alanlarıyla servis ve araç dolaşım alanları, stadın etrafında iki ayrı düzeyde çözülmüş ve stadın daha rahat çalışması sağlanmıştır.
52 bin 280 kişi kapasiteli tribünler, 4 kattan oluşmakta, her katta ve her tribünde taraftarların sosyalleşebileceği alanlar sunmaktadır. Maç öncesinde veya devre arasında atıştırmak isteyenler için Türk Telekom Stadyumu'nun 1. ve 4. katları ile Aslanlı Yol'da bulunan toplam 33 büfede dönerden hamburgere, simitten soğuk sandviçe, kurabiyeden keke, kahve çeşitlerinden limonataya kadar geniş bir seçenek yelpazesi sunulmaktadır.
Türk Telekom Stadyumu Kuzey Tribünü 3. katta bulunan Restoran, 350 kişilik kapasiteye sahip olup, restoran önünde tamamen misafirlerine ayrılmış özel bir tribün bulunmaktadır.
Türk Telekom Stadyumu,toplamda 198 loca ve 4500’den fazla VIP koltuğu ile Türkiye’nin en büyük VIP alana sahip stadyumudur. Loca kapasiteleri 6 ile 27 kişi arasında değişip loca içi koltuklar ile beraber 6231 VIP koltuk sayısına ulaşılmaktadır.Locaların 65’i Güney, 49’u Batı 52’si Doğu ve 32 si Kuzey’de yer almaktadır.
Doğu ve Batı tribünlerinin ortasında konumlanmış VIP salonları, VIP kombine sahiplerinin yiyecek ve içecek eşliğinde sosyalleşebileceği alanlar sunmaktadır. Ayrıca stadın 2. ve 3. katlarının büyük bir kısmı koridor boyunca yine VIP koltuk ve loca sahiplerinin yararlanabileceği büfeler ve masalar ile donatılmıştır.
Stadın altında 2900 araçlık VIP otoparklar bulunmaktadır. Otopark 4 katlı olup, 2 katından Doğu ve Batı VIP salona asansörler ile direk giriş yapılabilmektedir. Türk Telekom Stadyumu aynı zamanda Türkiye’de metroya kapısı olan tek stadyum özelliği taşımaktadır.
Türk Telekom Stadyumu'nda, engelli misafirlerimiz ve refakatçileri için güney tribününde 88 adet, kuzey tribününde 30 adet, doğu tribününde 29 adet ve batı tribününde 29 adet olmak üzere, toplam 176 kişilik yer ayrılmıştır. Bu alanların tümü, tekerlekli sandalye kullanan misafirlerimizin de rahatlıkla giriş-çıkış yapabilecekleri ve refakatçileri ile birlikte oturabilecekleri şekilde tasarlanmıştır. Tüm tribünlerde engelli tuvaletleri mevcuttur.
Türk Telekom Stadyumu'nun güney bölümünde engelli misafirlerimiz için ayrılmış olan sınırlı sayıda açık otopark alanı da bulunmaktadır.
Soyunma odaları Galatasaray ve misafir takımın konforunu sağlayacak şekilde dizayn edilmiş olup içinde havuzu, masaj odası ve toplantı odası barındırmaktadır. Soyunma odalarının bulunduğu koridorlar boyunca UEFA ofisi, UEFA gözlemci ofisi, dinlenme odaları, hakem soyunma odaları, forma odası, doktor odası, muayene odası, doping kontrol odası, güvenlik odası gibi bölümler bulunmaktadır. Basın toplantı tribünü yine bu katta yer alıp 70’den fazla basın mensubunu ağırlayabilecek kapasitededir. Bu kısımda gazetecilerin haberlerini rahatça yapabilmeleri ve özel eşyalarını bırakabilmeleri için ayrı bir alan da bulunmaktadır.
Türk Telekom Stadyumu futbol karşılaşmaları dışında bir çok etkinliğe de ev sahipliği yapmak üzere tasarlanmıştır. Stadyum ayrıca bütün özellikleri ile Türkiye'de 2016 UEFA kriterlerine uyan ilk ve tek stadyumdur. Ayrıca Türk Telekom Stadyumu Stadium Business Awards'11 organizasyonunda Emirates Stadium (Londra), Staples Center (LA), AVIVA Stadium (Dublin) gibi dünyanın sayılı stadları ile 'Yılın Stadı' dalında son 7'ye kalmıştır.
GALATASARAY TEKNİK DİREKTÖRÜ: Fatih Terim'in yardımcılıklarını Levent Şahin, Ümit Davala, Necati Ateş, Selçuk İnan, Albert Riera, Fadıl Koşutan, Scott Piri, Yasin Küçük, Şükrü Hanedar, Hakan Balta, Uğur Yıldız, Musa Mert Çetin, Aslı İşliel, Eray Sözen, Ersan Zeren, Halil Cihan Ünal, Olgu Şimşek, Dr. Yener İnce, Dr. İsmail Erman Büyükgök, Mestan Hüseyin Çilekçi, Mustafa Korkmaz, Burak Koca, Samet Polat yapmaktadır.