Üçüncü Dünya Savaşı anam babam usulü mü çıkacak?

"Yeryüzünde hafızasını yokladığımız her zerre şahit oldu zulme. Kabil, Habil’i öldürmüştü çünkü bir kere." Dilara Sayan yazdı...

Son Güncelleme:

'Habil olsan ne yazar? Kabil’ler hiç tükenmeyecek.'

Böylesine zalim bir ideal iliştirdi insanlık kendine. Kabil'lik görev edinildi. Evet belki Kabil’ler hiç bir zaman tükenmeyecek; sadece er meydanında değil; gönül evinde, dost meclisinde de barındıracak insan onları ve bazen her şeye rağmen Habil gibi bir duruşu çivileyerek dünyadan göçmek zorunda kalacak. Tüm yüzyıllarda birilerinin açgözlülüğü uğruna solan binlerce masum çiçek gibi…

Her sabah son dakika grubumuzda rakam tazeleniyor. Bugün son gelen rapor şöyleydi: Gazze’de 7 ekimden bu yana 33 bin 37 sivil yaşamını yitirdi. Hani artık savaşlar, bombalarla değil de gelişen teknolojiyle örtülü yapılacaktı, travmatik etkiler toprağa karışmış, modası geçmişti. Kandırıldık mı? Ukrayna- Rusya, İsrail- Filistin savaşlarında sivillerin maruz kaldığı bu zulüm neden?

Kafamız bir hayli karışık…

Geçmişte bir olay yaşanmıştı hatırlarsınız: HAVANA SENDROMU. Bu günlerde tekrar gündemde. Bir hatırlayalım neydi bu olay?

2016-2017 yılları arasında Küba’da görev yapan Kanadalı ve Amerikalı diplomatlar ve ailelerinde görülmüştü. Onlarca kişi baş dönmesi, denge ve duyma kaybı, anksiyete semptomlarını bildirdiler. Havana sendromunu yaşayan biri çevredekilerden farklı olarak bir gürültü duyup ardından titremeye başlıyordu. Tuhaf bir şeyler oluyordu o dönem bu netti. Bu yaşanılanlar üzerine Washington 2017’de ikinci derecedeki birçok Amerikalı personeli Küba’dan geri çekmişti. Küba Hükümeti o zamanlar bunun iddia edildiği gibi gizemli bir sonik saldırı olmadığını ifade etmiş hatta geçen yıl ABD istihbarat servisleri de havana sendromu vakalarının dış güçler tarafından planlanmış bir saldırı ihtimalinden çok uzak olduğunu açıklamıştı. Ancak gel gelelim bugün, 3 yayın organı, The Insider, Der Spiegel ve CBS ortak bir çalışma yaptı. Bu çalışmada Amerikalı askeri dedektif Greg Edgreen’in ortaya attığı iddiaya göre bu saldırının faili ‘’Rusya’’ idi.

Çünkü bu sendroma yakalanan personel Rusya aleyhine çalışıyordu. Hatta bir iddia da şu ki: Sendromun görüldüğü günlerde ‘’29115’’ olarak bilinen Rus askeri istihbarat casuslarının da yakınlarda olduğu tespit edilmişti. Eklenmesini önemli gördüğüm bir bilgi de şu ki: 29115 casusları ‘’ölümcül olmayan akustik silahlar" geliştirilmeleri nedeniyle ödüllendirilmişlerdi.

Peskov bu iddialara ne dedi? ‘’Asılsız iddia’’

Bence olabilir mi? Neden olmasın…

Güncellenen savaşlar…

Dünya üzerinde yaşanan hemen her gelişme savaşın usul ve taktiklerini değiştiriyor. Değişmeyen tek şey: Savaşların hep pragmatik oluşudur.

Jeopolitik gelişmeler, istihbarat faaliyetleri, örgütler, terörizm gibi devlet dışı aktörler, savunma sanayide gelişen teknoloji, insan psikolojisi ve insanın değişen eğilimleri.

Savaşın, meydanlarda üniformalı askerlerle, açık ilanlarla değil artık bin bir gece masalları tadında kılık değiştirerek, hayal ötesinde bir güncellenmeyle yapıldığını görüyoruz. Irka yönelik biyolojik silahlar, beyne takılan çipler, transhümanizm, akıllı lensler, dijital ikizler, CRISPR…

Methiyeler düzülebilir tekniklerine ve hayatı kolaylaştıran yönlerine ancak teknolojik savaş aracı olarak kullanılma, yani Kabil olma potansiyelleri hep göz önünde bulundurulmalı.

Yeni tanımlamalara ihtiyacımız var…

derken;

Fransa, İspanya, İngiltere ve hemen ardından Almanya’dan gelen peş peşe ‘’Olası bir savaş durumu için yeterli ordumuz ve hazırlığımız yok’’ itirafları, ulusların ordu niyetleri, ittifak çabaları beni düşündürüyor.

Üçüncü dünya savaşı nasıl çıkacak ya da çıktı mı?

Bu konuda bence hep birlikte şüpheliyiz. Tek bilinen, savaşabilecek teknolojik araçlara sahip olmak caydırıcı unsur olarak masada…

Hep böyle olmuş. Örneğin; Türk’ün ordusu diğer milletlerden hep farklı olmuştur. Atın kuşun kanadıyla yarışan hızı, ok, yay, mızrağın, demirin gücü ve kalplerindeki cesaret sayesinde düşmana korku salmış; silah ve binekteki üstünlükle hep düşmana karşı caydırıcı olmuşlardır.

Bugünün savaşında da elbette teknolojik araçlar caydırıcı unsur. Ordular da aynı şekilde… Son yaşanan gelişmeler, uzmanlardan gelen yorumlar, liderlerin peş peşe açıklamaları, savunma sanayi yatırımları, şu ülke buradan; diğeri şuradan saldırır, olası çatışma alanları bu noktalardır, kocaman dünya haritasını karşımıza alıp uzun uzun tahminler, uzgörüler gösteriyor ki 21. Yüzyıl’da yaşanacak olası savaşların topyekun dijital ve biyolojik savaşlara evrilmesinin yakın gelecekte mümkün olmayacağıdır.

Veriler şöyle:

2019-2023 yılları arasında Ukrayna’nın %6633, Slovenya’nın %3300 onu takip eden Çekya’nın %3125 silahlanması… Avrupa kıtasının silah ithalatı son beş yılda neredeyse 2 katına çıkması…Fransa’nın 2024-2030 Askeri Programlama Yasası çerçevesinde savunma bütçesini 52 milyar euro'dan 413 milyar euro'ya çıkarması… Kayda değer bu ivmelenme neden?

Saçın sakalın mühim değil yeter ki askerlik yap…

Tüm bu yatırımlara rağmen Avrupa’da uzun yıllardır önemsenmeyen ordudaki yetersizlik şimdilerde bu ülkeleri müthiş bir tedirginliğe sürüklüyor. Saçlı sakallı asker çağı İngiltere’de başladı. Danimarka 2026 itibariyle kadınları da askere almayı planlıyor. Birçok Avrupa ülkesinde benzer kararlar masada. Korku büyük… Bu korkunun en büyük nedeni pek tabi Rusya ile Avrupa arasındaki gergin ipler… Geride bıraktığımız ay AB komisyonu, Rusya’nın olası bir saldırısına yönelik acil, daha hızlı, daha iyi, ortak savunma sanayi projesi olarak Avrupa savunma sanayii programını (EDIP) açıkladı. Peki bunlar yeterli mi? Yaşlanan nüfusuyla insan ihtiyacını nasıl karşılayacak?

Babanız ABD halledebilecek mi?

Yıllardır Avrupa kendi ordusunu kurmayı hayal ederken ABD, NATO’nun güvenlik teminatıyla onları hep durdurmaya çalıştı. AB Üyesi bazı ülkelerse ‘’hayır’’ demeden, Rus tehdidine karşı Avrupa ordusundan ziyade NATO’yu tercih ettiklerini alenen beyan etti.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin kolları altına giren AB, Trump’ın olası başkanlığını da geçmişten süregelen alerji kabul edip bugünlerde tekrar atağa geçti. Bakalım görelim önümüzdeki yıllarda hatta günlerde nelere şahit olacağız. Olaf Scholz’ün ABD için kullanışlı bir lider olması da mühim. ‘’Biz bunlarla uğraşmayalım, ordu şu bu bizim işimiz olmasın, NATO var arkamızda, onlar bizi korur’’ nidaları Almanya ordusunun bugün tel tel dökülmesindeki en büyük etken olarak yorumlanabilir. Avrupa’nın da bir gaflet uykusunda olduğunun açık işaretidir. Peki Trump, Avrupa’ya sırtını dönerse öngörüldüğü gibi Fransa önderliğinde Avrupa ordusu kurulur mu? Bu ordu kendi vatandaşlarından mı oluşur yoksa satın mı alınır? Ya da hali hazırda satın alındı mı?

Cevap açık, bkz. terör örgütleri

Sonraki Haber