Televizyon dizilerinde pandemi neden yok?
Diziler, koronavirüsten kaçıp sığınabildiğimiz ender limanlardan. Pandemiyle geçen yılda hem Türkiye'de hem de dünya çapındaki dizilerde virüs, ekrana nadiren yansıdı. Peki dizilerde pandemi neden yok? Sektörden iki isim Haberglobal.com.tr için anlattı.
Yaklaşık bir yıldır hayatımızda yer edinen ve normallerimizi değiştiren koronavirüs, hayata dair bildiğimiz pratiklerin büyük bir çoğunluğunun şeklini bozdu. Sosyalleşme, çalışma hayatı, flört, eğitim şekil değiştirdi; üstün psikolojik adaptasyon yeteneğiyle insan, bu değişimlere de ayak uydurmayı bir şekilde başarıyor.
Ancak görünen o ki değişmeyen şeyler de var! Mesela TV dizileri. Geçen Haziran ayında Emmy ödüllü senarist ve yapımcı Krista Vernoff, ABD'nin ünlü dizilerinden Grey's Anatomy'nin (Türkiye'de yayınlanan Doktorlar adlı dizinin ilk sezonu Grey's Anatomy'den uyarlanmıştı) senaryo toplantısında ekibe “Pandemiyi kullanmama fikri yüzde 51'e 49 ağır basıyor bende” dedi: “Hepimiz çok yorulduk, hepimiz çok depresif haldeyiz. Grey's Anatomy'yi rahatlamak için izliyoruz, değil mi?” sordu.
Türkiye'de Mucize Doktor adıyla yayınlanan The Good Doctor, dizisinin yazar ve yapımcısı David Shore, dizilerle ilgili farklı bir gerçekliğe değinirken: “Yaz ayında yazılan bölümler sonbahara kadar yayınlanmıyor. Bu normalde rastladığımız bir meydan okuma değil. Genellikle bir hikaye yazdığında, dünyanın nasıl görüneceğini bilirsiniz" ifadelerini kullandı. Mucize Doktor'da pandemi konu edilmişti.
Hastane dizileri, sit-com'lar, acil yardım ekiplerini konu alan dizilerde de benzer tartışmalar dönüyordu. Ortada iki temel argüman var; bir taraf özellikle bu temalara sahip dizilerin böylesi bir konuya kayıtsız kalamayacağını savunuyor. Diğer taraf ise toplumun zaten pandemiden yeteri kadar bunaldığı görüşünde... Biz de bu konuyu sinema sektörü iletişim uzmanı Nizam Eren ve Ay Yapım'da senaryo asistanı olarak görev yapan Hazal İnaltekin'le konuştuk.
Dizilerde, özellikle bir olay örgüsünde yürüyen dramalarda pandemi işlenmiyor. Bunu nasıl değerlendirmek gerek?
Hazal İnaltekin: Pandemi, koşulları itibariyle gündelik hayatımızı zaten köşe bucak sıkıştırmış ve etkilemiş durumda. Dolayısıyla bunu olay örgüsü olan bir diziye yansıtmak hem aksiyon açısından ne kadar işlevli hem de ne kadar mantıklı olurdu emin değilim. Pandeminin olduğu bir gündelik yaşamda geçen dizi sadece pandemiyi anlatmış olur gibi geliyor bana.
Nizam Eren: Geçen Mart, Bakan Koca'nın açıklamasının ardından pandemi kavramı gündemimize girdi ve dolayısıyla sinema ve TV sektörü de tartışmaya dahil oldu. Bir süre sonra 'madem maske takıyoruz, bilim insanları ve Bilim Kurulu bunu öneriyor; neden toplumun önde gelenleri buna örnek olmuyor' diye sektöre yansıdı aslında. Türkiye'de konuşulan bir konuydu bu. Kayıt dışı bir sohbette bir yapımcı arkadaşım sormuştu, 'Ne yapalım' diye ona 'Sinemanın ruhuna aykırı bir şey bu' demiştim.
Diziler tam gerçekliğe değinmeli mi, yoksa izleyici için birer kaçış alanı mı olmalılar?
Hazal İnaltekin: Her ikisi aslına bakarsan. Elbette kafa dağıtmak, dinlenmek, günün stresini atmak için izleniyor diziler. Televizyon dizileri üzerine çalışan bir akademisyen ya da sektörün içinde çalışan biri olmadığı sürece kimsenin araştırma yapmak için dizi izlediğini sanmıyorum. Ama bu kaçış sırasında gerçek hayata uygun olmayan herhangi bir detay da can sıkabiliyor izleyicide. Hassas bir nokta yani...
Fakat nerdeyse bir yıldır içinde olduğumuz bu kapanma dönemini izleyicinin ekranda da görmek istediğini pek düşünmüyorum ben. Bir an önce “normal” hayatımıza dönmek isteyen insanlar bir de ekranda yüzlerinde maske, aralarında bir buçuk metre mesafe ile bakışan çiftler görmek istemeyecektir. Yani en azından ben yazmak istemem. :)
'SENARYO İLERLEDİKÇE...'
Bütün izleyiciler adına konuşmak ne kadar doğru olur bilmiyorum ama benim herhangi bir dizinin senaryosu ilerledikçe verilen izleyici tepkilerinden yola çıkarak gördüğüm şey; deneyimlenen dünyanın aynasında kendinden başkasını görmeyi tercih eden bir kitle olduğu.
Online platformlarının çoğalmasıyla beraber, farklı yapımların izleyiciyle buluşmasının da etkisiyle daha bilinçli, ne istediğini bilen, arayan ve bulan bir izleyici kitlesi ile karşı karşıyayız.
Nizam Eren: Diziler gerçeği asla yansıtmazlar. Hitler'i istediğin gibi öldürebilirsin! Adı üzerine bunlar birer kurgu. Birer düş... Sinemada düş pazarlamıyor muyuz?
Tarzlar ne kadar etkili? Örneğin sitcom'lar, olay örgüsü ile yürüyen dramalara nazaran aktüel olaylara değinmeye daha müsait sanki...
Nizam Eren: Sitcom'larda durum biraz farklı elbette. Ama ticari arkaplanı gözardı etmemek lazım. 15-20 ülkeye pazarlayacaksın bunu. Diziler sosyal sorumluluk projeleri değildir ancak gönderme yapılabilir mi, yapılabilir. Hastane dizisi varsa bir itirazımız olamaz elbette.
Mesela, Arka Sokaklar örneği farklı gerçekten. Çok uzun süredir devam eden bir dizi... Dolayısıyla öylesine kemikleşti ki her şeyi yapabilirler. Bir de Türker İnanoğlu böyle konularda çok duyarlıdır. Herhalde biraz etkili olmuştur.
Hastane dizileri, sit-com'lar, acil yardım ekiplerini konu alan diziler aktüel olayları işlemeye daha müsait. Arka Sokaklar da pandemiye sevilen Çoban ailesi üzerinden değinmişti.
Hazal İnaltekin: Bence etkili değil. Günümüzde hiç değil. Güncel bir konuya değinmek istediğinde örneğin ben dram ağırlıklı bir dizide yazıyorum ve bir akşam yemek masasına iki karakteri oturttuğunda orada konuştururken de değinebiliyorsun. Bir diyalog arasında, nüktedan bir yerden de değinebiliyorsun...
Hatta bence bu izleyici için daha da samimi oluyor. İşte izleyicinin gerçeklikle kurduğu bağ da burada belli oluyor zaten. Seviyoruz kendimizi, içinde bulunduğumuz durumları izlemeyi ama birebir değil. Bizim hayatımızı yaşayan bir başkasını izlemek mesele...
Maskeyle oynamak özellikle mimiklerin ön plana çıktığı dramalarda oyuncuları zorlayacaktır...
Nizam Eren: 'Sinemanın ruhuna aykırı bir şey' demiştim ya sebebi şu: Kamera önü oyunculuk denen şey mimikle, mizansanle, göz oyunculuğuyla ve tüm bu unsurların bir araya gelmesiyle oluşuyor. Sen o yüzü bir şekilde mimiklerle veremiyorsan -ki o koşulda veremezsin zaten- oyunculukta da bir kuruluk oluyor.
Sokakta bana selam veren üst komşumu tanıyamadım geçen gün. 'Çok afedersiniz' dedim, maskeyi indirdi, o şekilde tanıdım. Maske bizi tektipleştirdi. TV'de de böyle olacak. Yakın planlarda beyaz suratlı maskeli tipler göreceğiz. Bu da etkili faktörlerden bir tanesi.Bir de dizinin 'zamanı' etken elbette. Mesela, Kuruluş: Osman'da nasıl olacak?
'DUYGULARI ÖLDÜREN BİR FAKTÖR...'
Senaristler maskeyi düşünerek yazmıyorlar. Sinema, tiyatro ve dizi işi; dokunma ve temas işidir. Duyguları öldüren bir faktör olabilir bu. Heyecanlanacağın yerde maskeyi görüyorsun... Yakınlaşma olan bir sahnede maskeyi görüyorsun... Diziler nasıl hayal alemi yaşatıyorlarsa, şu anda da pandemisiz bir dünyanın hayalini yaşatıyorlar.
Hazal İnaltekin: Açıkçası maskeyle bir yerden bir yere gitmek hatta nefes almak bile çoğu zaman zulüm olabiliyorken oyunculuk gerçekleştirmenin ne kadar zor olabileceğini tahmin etmek de çok kolay. Oyuncuların da maskeyle oynamayı tercih edeceklerini sanmam ama onlara sormak gerek tabii.
Sektörün çok ciddi bir ticari boyutu da var elbette...
Nizam Eren: Sinema, TV, foto modellik ve bütün bu işlerde yüksek ücretler, marka haline gelmiş yüzlere ödeniyor. İsimlerin önemi yok ancak örnek vermek gerekirse Kenan İmirzalıoğlu'na, Beren Saat'e maske taktırırsan bu insanları da 'sıradanlaştırırsın.' Herhangi bir şekilde yüzü pazarlayamıyorsun. Veya bir basın toplantısında yüzü fotoğraflayamıyorsan o organizasyon da anlamını yitiriyor.
Çıkış noktası bunlar. Oyunculuk ve yüzü pazarlamayla ilgili unsurlar asıl önemli noktalar. Tüm bu faktörlerin dışında işin arka planında şu da var; sinema filmleri ve diziler sosyal sorumluluk projeleri değiller. Aksine, büyük bütçeli ticari ürünler bunlar. Dünyaya pazarlanıyorlar.
Pandemiden etkilenen sektörlerden olan dizi ve sinema sektöründe emekçiler ciddi bir risk altında çalışıyor. Hem prodüksiyonun aksamaması, hem de işlerini ve sağlıklarını kaybetmemek için emekçiler normalde olduklarından çok daha fazla dikkatli olmak durumunda. Yapım ekipleri düzenli olarak teste tabi tutuluyor. (Fotoğraf: iStock)
Peki sektörde şu an senaristler için işler nasıl yürüyor?
Hazal İnaltekin: Sektörde pandemi döneminde en rahat ve risksiz grupta çalışanlardanım. Hikâye ekibi olarak tüm toplantılarımız online oluyor. Yazıyoruz, gönderiyoruz. Her türlü değişiklik, yapılacak konuşmalar tamamen online yürütüldüğü için evden çalışıyorum ve günümüz koşullarında sağlık açısından benim için bir konfor bu.
Pandemi döneminde hiç set ortamında da bulunmadığım için prodüksiyon ekibinde bunun ne kadar risk taşıdığını bilmem zor. Ancak düzenli olarak testler yapıldığını biliyorum.
'KALABALIK SAHNELER YAZAMIYORUZ'
Bir de alınan önlemler prodüksiyona yansıyınca ister istemez senaryoya da yansıdı. Yani kalabalık sahneler yazamıyoruz şu anda. Örneğin bir okul sahnesi yazmıştık ama tabii pandemi koşullarını unutabiliyoruz yazarken. Çekilmesi mümkün olmadığı için değişmek zorunda kaldı...
Senaryoda bizi en çok etkileyen kalabalık sahne yazılamaması oldu. Bu da her dizi için bir problem oluşturmuyor elbette. Yani mahalle ağırlıklı çekilen dizilerde bir parça sıkıntıya yol açsa da yine de iyi bir prodüksiyonla o da göze batmadan hallediliyor.
Hercai dizisinde flaş ayrılıklar!
Kaynak: Web Özel