“Telefonum her kapalı olduğunda çatışmanın ortasında oluyordum”… Haber Global Savaş Muhabiri Hasan Uylaş anlatıyor
Gazeteciler savaşa gittiğinde, aileleri onlara ulaşamadığında neler yaşanır? Hasan Uylaş, “Eşimin tedirgin olmaması için cephe hattına doğru gideceğimizi söylemiyordum ama o hep biliyordu ki telefonum her kapalı olduğunda ben çatışmanın ortasında oluyordum.” diye anlatıyor.
Savaş muhabiri bir yandan savaşı yansıtan haberleri yaparken bir yandan da tarihe tanıklık ediyor diyebilir miyiz? Nelere tanıklık ettiniz, neler hissediyorsunuz?
Irak, Suriye, 2. Karabağ Savaşı, Rusya- Ukrayna Savaşı… Hepsinde cephe hattında sıcak çatışma ortamında bulundum. Geriye dönüp baktığımda çok risk atlattım. Dizimde halen şarapnel parçası yarası var. Ama “Bugün gider misin?” dediklerinde yine koşa koşa giderim.
Birçok anımız var tabi…
Barış Pınarı Harekatı’nın başladığını dünya Haber Global TV'den öğrendi. Ne mutlu ki, o ilk yayını yapmak bana nasip oldu.
F-16’ları havada görünce harekatın başladığını anlatmaya başladım. “F-16’larımız havada Resulayn kent merkezini vuruyor” diye.
Ama yayında anlatırken diğer taraftan “Ya başlamadıysa” diye kendi kendime de düşünüyordum. 😊
O gün Osman Girgin ile yayındaydık. Bir ara Osman, “Hasan seni bekleteceğim, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklaması var” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın harekatın başladığı yönelik açıklamasını okudu.
O anda rahatlamıştım. Tabi bizim işte kaynak son derece önemli. Güvenlik kaynağıma güveniyordum ama yine de hata payı milyonda 1 olsa da az biraz tabi insan ister istemez düşünüyor.
Düşünün bugün evinizde oturuyorsunuz! Akşam bir roket düşmüş eviniz yok.
O gün gerçekten yoğun bir gün geçirmiştim 52 saat uykusuz yayın yaptım.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesine yönelik en geniş kapsamlı harekatın başladığını ilk dünyaya duyurmuştum.
Meslek hayatım boyunca anlatacağım hikayelerden biri olacak.
Meslek hayatımda Karabağ Zaferi’nin yeri her zaman ayrı olacak.
Harekatın 2. gününde Ankara’dan yola çıktık. Dönem dönem yaklaşık 40 gün kaldım.
Bakü ile cephe hattı yaklaşık 6 saat sürüyor. Ama o yolun her metresinde inanmış, ordusu etrafında toplanmış bir halk gördüm. Türküz ister istemez duygulanıyoruz.
Her kent merkezinde metrelerce uzayan gönüllü asker kuyruğu vardı. Bu beni çok etkilemişti.
Ağdam’a, Kelbecer’e Şanlı Azerbaycan ordusu ile birlikte girmiştim. Cuma Mescidi Azerbaycan için sembol bir yer. Hocalı Katliamı sonrası şehitlerimiz oraya getirilmişti işgal öncesi. Cuma Mescidi'ne geldiğimde ellerim heyecandan titremeye başladı. Kameraman İbrahim Bayram “İyi misin?” diye sordu.
Göz göze geldik. “Bugün bu toprağa basmak için Azerbaycan halkı 30 yıldır bekliyor” dedim.
Ve biz herkesin hayalini kurduğu topraklarda Cuma mescidindeydik. Aslında çok soğukkanlıyımdır ama o gün ilk kez ağladım. Sevinçten ağladım.
O gün Editörlerimizden Nigar sürekli arıyordu, “Hasan ne olur fotoğraf çek, oraları görmek istiyorum” diye.
O gün ayrıca meslek hayatımın en özel röportajını yapmıştım. Reza Degati, Hocalı Katliamı'nı dünyaya duyuran fotoğrafçıydı. O bölgeyi en son gören isimlerden biriydi.
Onun anılarını dinlerken yine çok duygulanmıştım.
Savaş Muhabirliği zor mu? Evet zor. Her gazeteci arkadaşım hayatın önemli anlarına tanıklık yapıyor ama savaşın tanığı olmak, savaşın verdiği yıkıma tanık olmak bambaşka bir duygu.
Düşünün bugün evinizde oturuyorsunuz! Akşam bir roket düşmüş eviniz yok.
Çocukluğunuzu, gençliğinizi, anılarınızı, hayallerinizi bırakıp göçmen durumuna düşmüşsünüz. İster istemez insan etkileniyor.
Rusya- Ukrayna Savaşı da meslek hayatımın önemli anlarından.
İstanbul Anlaşması imzalandığında Kiev’deydim. Rusya, şehrin çevresini kuşatmıştı. Anlaşma sonrası Ruslar, 3-4 gün Kiev çevresini yoğun bir şekilde vurduktan sonra çekildi.
Ertesi gün kameramanımız Ümit Anar ile birlikte Buça’ya girdik. Hani bir ölüm sessizliği tabiri kullanılır! Şehirde ağır bir koku ve sessizlik vardı.
Ama günlerce dünya Buça Katliamı'nı konuştu. O katliamın maalesef canlı tanıklarından biriydim. Şehrin girişinde bisikleti ile kaçmaya çalışan bir erkek başından vurulmuştu, kente girdiğimizde araç içerisinde cesetler gördüm. Kilise bahçesinde toplu mezarı görüntüleme imkânımız oldu.
Meslek hayatımda hatırlamak istemediğim bir gün yaşamıştım maalesef.
Bir küçük anımda eşimle, sağ olsun Hülya çok kahrımı çekmiştir. Ben her savaşa gittiğimde o stresi en çok ailelerimiz yaşıyor. Yıllarca Irak ve Suriye sınırında da görev yaptım. Sınır ötesine geçtiğimizde gün boyu iletişimimiz kopuyordu. Akşam eşimle telefonda konuştuğumuz da sınırda bazen telefon çekmiyor diyordum. Tabi onun da tedirgin olmaması için cephe hattına doğru gideceğimizi söylemiyordum ama o hep biliyordu ki telefonum her kapalı olduğunda ben çatışmanın ortasında oluyordum.
Bir savaş muhabirinin cephedeki günü nasıl geçiyor, özetleyerek anlatabilir misiniz?
Her dakikamız teyakkuz halinde geçiyor.
Zaman zaman çatışma ortamlarında keskin nişancı atışlarının hedefi olabiliyoruz.
Yemek başlı başına problem, onun için sırt çantamızda mümkün olduğu kadar bisküvi, su ve şeker bulunduruyoruz.
Zaman zaman gittiğimiz noktalarda sadece 24 saat değil daha uzun kalabiliyoruz. Mesela Barış Pınarı Harekâtı başladığında 52 saat olduğum konumda kalmak durumunda kalmıştım. Yine Bahar Kalkanı Harekâtı'nda 48 saat konum değiştirmeden aynı noktada kalmıştım. Onun için can güvenliği ile birlikte yanımda mutlaka bir süre yeme- içme ihtiyacımı karşılayacak bir şeyleri mutlaka yanımda bulunduruyorum.
Savaş ortamında bir bölgeye giderken mutlaka haber merkezini de bilgilendirmek gerek. Çünkü riskin yoğun olduğu bir bölgedeyiz ve başımıza bir şey gelmesi durumunda Haber Global Haber Merkezi’nin benim o gün nerede olduğumu bilmesi son derece önemli.
Bir muhabir, savaş alanındayken nelere dikkat etmeli? Nasıl önlemler almalı?
Sıfır risk önceliğim. Çatışma ortamında sadece kendi can güvenliğimden sorumlu değilim. Aynı zamanda yanımda bulunan kameraman arkadaşımın da hayatı bana emanet. Her zaman onu düşünerek hareket ediyorum.
Yayınlarımızda hep çelik yelek ile ekran karşısında oluyoruz. Ağırlığı nereden baksanız 15 kilo var. Özellikle hem Karabağ Savaşı sırasında hem de Rusya-Ukrayna savaşında Kiev’de uyku saati dışında hep üzerimde çelik yelek vardı.
Kiev’de sıcak çatışmanın olduğu dönemi hatırlarsanız, Ruslar Kiev çevresini tamamen kuşatmıştı. Büyükelçilik tüm Türkleri tahliye etmişti. Bir grup Türk gazeteci kalmıştık. Kameraman Ümit Anar ile birlikte her gün bir tahliye planını gözden geçiriyorduk. Ruslar ilerlerse, Kiev’e girerse kendimizi en kestirme yoldan Büyükelçilik binasına ulaşacağımız bir güzergâh belirliyorduk. Sağolsun Büyükelçimiz ve ekibi de bizi yalnız bırakmadı. Düzenli olarak konumumuzu Büyükelçilikle paylaştık.
Günümüzde sosyal medya artık hayatın her alanında var. Cephe hattında fotoğraf çekilsem bile paylaşmamaya özen gösteriyorum. Çünkü fotoğraf karesinden yerimin tespit edilmesi ve açık hedef olma durumum olabilir. Bu nedenle buna dikkat ediyorum.
Cephede sıkça uyguladığım yöntem. Ben buna vur kaç taktiği diyorum. Savaş bölgesinde bir yerden canlı yayın yapıyorsanız birkaç dakika sonra oranın vurulma riski çok yüksek. Bunu Karabağ’da yaşadım. Terter’de 3 sivili şehit verdiğimiz sitede yayın yaptık. Yayından saniyeler sonra üzerimizden roket geçti. Benzer bir durumu Kiev’de yaşadım. Ümit Anar ile birlikte Rusya tarafından vurulan bir fabrikayı çektik. Ümit’e “Maksimum 5 dakikamız var hızlıca buradan uzaklaşacağız” dedim. Arabaya bindik saniyeler sonra etrafımıza roket düşmeye başladı. Onun için cephe gerisinde sıcak çatışma noktasında yayın yapıyorsam yayın sonrası orayı mutlaka tahliye etmek istiyorum. Hem kendi hem de kameramanın can güvenliği için.
Birde giydiğimiz kıyafet kendimizi karşı tarafa tanıtma anlamında son derece önemli. Zaten çelik yeleklerimizin üzerinde Press yazısı oluyor. Ama askeri kamuflajı andıracak renklerde kıyafet giymemeyi tercih ediyorum. O renk kıyafetlerle asker olduğumuz düşünülebilir ve açık hedef olabiliriz. O nedenle kıyafet tercihi de son derece önemli.
Kameraman Arif Altakhan
"Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrası muhabir arkadaşım Hasan Uylaş ile savaşı takip etmek üzere Polonya’nın Medyka sınır kapısına gittik. Her gün binlerce Ukrayna vatandaşı sınırı geçip Polonya’ya sığınıyordu. Gelenlerin büyük çoğunluğunu yaşlılar, kadınlar ve çocuklar oluşturuyordu.
Toplanma merkezinde tam bir dram yaşanıyordu; sığınmacıların yüzlerinden şaşkınlık, yorgunluk ve çaresizlikleri okunuyordu. Tabii bu savaşın da en büyük mağduru yine çocuklardı. Hava o kadar soğuktu ki, dışarıda bırakın günlerce kalmayı bir saat bile durabilmek mümkün değildi. Küçücük çocuklar bu soğukta anneleriyle günlerce yol yürüdükten sonra ancak sınıra ulaşıyorlardı. Biz de basın mensupları olarak yaşananları insanlara aktarmaya çalışıyorduk.
O günlerden birinde Hasan Uylaş ile araç içerisinde yayın saatini bekliyorduk. Annesiyle orada olan 2 yaşlarındaki bir çocuğun içinde bulunduğumuz aracın kapısını açmaya çalıştığını fark ettik. O kadar çok üşümüş ki kimsenin yönlendirmesi olmadan minik elleriyle kapıyı açmaya çalışıyordu. Tamamen biraz ısınabilme çabası içerisindeydi. Hemen araca aldık, ellerini avuç içimde tutup güzelce ısıttım. Bir baba olarak inanılmaz duygulandım, ağlamamak elde değildi. Çocuk da bir yandan ağlıyor, bir yandan annesini yanına istiyordu. Annesiyle iletişim kurarak isminin Alina olduğunu öğrendim.
Alina'yı sakinleştirmek için hemen telefondan çizgi film açtım. Türkçe çizgi filmin sözlerini anlamasa da bir müddet sonra yüzünde gülücükler belirmeye başladı. Ufaklık güldükçe biz de mutlu olduk.
O anlarda yaşadığımız duygu selini anlatamam, bir kez daha tanık olduğumuz savaşa lanet ettik. Umarım bir an önce savaş biter ve özellikle çocuklar bu çirkinlikleri yaşamak zorunda kalmazlar."
Ankara Haber Kameramanları Şefi İbrahim Bayram
"Ulu önder Atatürk’ ten ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ alıntısıyla başlayalım. Dünyanın herhangi bir yerinde savaş patlak verdiğinde “Acaba gidilir mi?” sorusu aklımızdaki yerini alır.
Mental anlamda daima hazırım, çünkü haber kameramanıyım. Yayın ve haber açısından coğrafi ve hava koşullarına göre ekipmanımı eksiksiz yedekli biçimde hazırlarım.
Savaş bölgesine gitmeden doğabilecek sorunları düşünür ve çözümü için ne gibi önlemler almam gerektiğini araştırırım. Haber Global’den ya da diğer kanallardan bölgeye gitmiş gazeteci meslektaşlarımın tecrübelerinden faydalanırım. Savaş bölgesine nereden girilir, nerden çıkılır? Tehlikeli ve güvenli bölgelerin varsa dost düşman birliklerin konumlarını tespit etmeye çalışırım.
Gitmeden sevdiklerime zaman ayırırım. Kimseyi tedirgin etmeden güvende olacağımı anlatır. Eşimi ve kızımı öper ayrılırım. Annemden ne kadar seyahatimi gizlesem de, bir iki gün içinde Haber Global ekranlarından ismimi duyar ya da okur. Ana yüreği.
Keşke savaşlar hiç yaşanmasa bizim de bu konuda anlatacak tecrübelerimiz var olmasa… "
Kameraman Yıldıray Çınar
"Çekim yapmakla yardım etmek arasında kaldınız mı?
Sıcak haber takibi yapan televizyoncular için bu ikilem çok sık karşılaşılan bir durumdur.
Çok hayati olaylar olmasa da, bu ikilemi yaşadığım durumlarla karşı karşıya kaldım.
Günlük haber akışı içerisinde, bu tarz durumlarla karşılaştığımda ne yapacağımdan hiç tereddüt etmedim. Doğrudan muhtaç insanlara yardımcı olduk. Bütün ekip arkadaşlardım da böyledir. İnsanlık her zaman haberden önce gelmelidir.
Çok zor savaş ortamlarında da bulundum.
Irak savaşı sırasında özellikle bölgede olduğum zamanlarda…
Bu anlarda karar vermek çok zordur.
Belki karşınıza hayatınızın görüntüsü de çıkabilir.
Ölmek üzere olan bir insan da…
O an tereddütte kalınmaması gerektiğini düşünüyorum.
İnsan olduğumuz gerçeğini hiç unutmamak lazım…
Neyse ki böyle hayati bir ikilem yaşadığım, bir insan hayatının söz konusu olduğu büyük bir olay ile haber arasında tercih yapmak zorunda kalmadım.
Kalsaydım sanırım insan hayatını, o insana yardım etmeyi düşünürdüm."
Kameraman Ümit Anar
"Savaş görevinde olan bir kameramanın cephedeki askerden pek farkı bulunmuyor açıkçası. Canlı yayınınız olsun olmasın, gün ağarmadan uyanıyorsunuz. Kameranızı, bataryalarınızı, çelik yeleğinizi, mevsime göre kıyafetlerinizi hazır hale getirmeniz gerekiyor öncelikle. Bulunduğunuz yerde mümkünse kahvaltınızı hızlıca ve doyurucu şekilde yapmanız çok önemli. Çünkü, cephe hattına girecekseniz, çatışmayı göreceksiniz bir sonraki öğününüzü ne zaman yapabileceğinizi hiçbir zaman öngöremezsiniz.
Rutin sabah hazırlığı yapıldıktan sonra muhabir arkadaşınızla haber merkezinin sizden beklediği haber ve canlı yayınlarla gün içinde cephede meydana gelen gelişmeleri nasıl takip edeceğinize dair küçük bir planlama yaparsınız.
Ardından planlanan bölgeye, cepheye can güvenliğinizi azami ölçüde koruyarak yaklaşırsınız. Aklınızda hep riskli bölgede görüntüyü en hızlı ve güvenli şekilde kaydetmek vardır. Aynı zamanda da muhabir arkadaşınız, cephe arkadaşınız olduğu için onun güvenliği de sizin için önemlidir. Bir gözünüz sürekli ondadır ateş hattında.
İzleyicinin savaştaki gözü olduğunuz için yaşananları en doğru şekilde resmetmeniz gerektiğini bildiğinizden, bazen ateşin, silahın, merminin varlığını çok yakından hissedeceğiniz mesafelere girersiniz. Patlamaların dibinde bulunursunuz. Amacınız sadece en iyi görüntüyü, en doğru anda kaydetmek, görmek, aktarmak. Bu yüzden günün hızlı aktığını anlarsınız. O nedenle savaşta hiçbir günün rutini yoktur. Kâh mermilerin tepenizden geçtiği bir siperde saklanarak çalışırsınız, kâh bir çatıda konumlanıp kuşbakışı tüm sahayı görürsünüz kameranızla. Bazen sabahtan akşama kadar bir pencereden tedbirli bir şekilde askeri hareketliliği kaydeder, canlı yayınlarsınız. Ölüme yakın olduğunuzu bilirsiniz ama ölümü düşünmezsiniz, ta ki yakınınıza bir top mermisi ya da bir roket düşünceye kadar. Ki o zaman da düştüğü yeri çeker, görüntülersiniz. Aklınızda hem çekim yapmak, görüntü kovalamak vardır.
Savaş kameramanının ne zaman güvenli ortama döneceği meçhuldür. Çünkü savaş öngörülemez bir ortamdır. Uykusuzluğa, açlığa ve hatta susuzluğa alışkın olmanız gerekir. Sahip olduğunuz yiyecek ve içecekleri kontrollü kullanmayı bilmelisiniz. Saatlerce, belki de günlerce cephede bulunacağınızdan maksimum ihtiyaçlarınızı minimuma dönüştürmeye yatkın olmanız gerekir. Başta da dediğim gibi savaş kameramanının günlük rutini yoktur çünkü gününüz bitmeyebilir. Gününüz günlere dönüşebilir.
Ukrayna - Rusya savaşının ilk aylarını kameraman olarak takip ettim. Ukrayna'ya ulaşabilmek zaten başlı başına bir sorundu. Önce Polonya - Ukrayna sınırına ulaşmanız, ardından da karayoluyla 17 saatlik bir yolculuk yapmamız gerekmişti ki cephenin ve çatışmanın olmadığı saha yoktu o dönem. Doğal olarak savaşın sesleri eşliğinde, ölümün eşiğinde olan bir yolculuktu. İlk konaklama lokasyonumuz Lviv kentiydi. Şehir ara ara hava saldırıları alıyordu. İnsanlar sadece tren istasyonunda vardı. Sokakta insan görmek çok zordu. Çünkü günün her saati ikaz sirenleri kulağınızdan eksik edilmiyordu.
Konaklama için romanlardaki gibi tasvir edebileceğimiz mütevazı bir otel odasına yerleşmiştik. İşte ilk gece, hatta sabaha karşı odamın penceresinden görebildiğim televizyon kulesi vurulmuştu. Savaş bize “Hoş geldin” demişti. Ne filmdi, ne dizi ne de bir gösteri. İnsanoğlunun birbirini teknolojik silahlarla avladığı bir atmosferdi.
Saat 19.00'dan sonra her kim olursanız olun, sokağa çıkmanız yasaktı. Asker sizi, o dönem hedef olarak görebiliyordu.
Savaşta beslenme imkanları sıkıntılıydı. Sırt çantamda bisküvi, ekmek, su şişesi bulundururdum bu nedenle. Ulaşım konusunda da yerel halktan temin ettiğimiz bir aracımız vardı. Hatta o araçla toplu mezarlarla ünlü olan Bucha bölgesine ulaştığımızda roket atışları arasında kalmıştık. Bulunduğumuz araç çapraz ateşte kalmıştı. Ölümden kıl payı kurtulmuştuk.
Enerji bulduğumuz an üzerimizde bulunan kamera, ışık, 4,5 G cihazını şarja takıyorduk. Çünkü enerjide de sıkıntı yaşanıyordu.
Savaşta yaşadığım en unutulmaz anım; ana haber için bağlantıya hazırlanırken bulunduğum odanın uzun namlulu silahlarla askerler ve istihbaratça basılıp gözaltına alınmış olmam. Silah ve asker postalı sırtımda, yüzüstü yere yatırıldım, ellerim başımın üstünde bekletildim. Tercüman gelinceye kadar oda, çantam, kameram ve diğer eşyalarım altüst edilmişti."
Kaynak: Haber Global TV