Mareşal Fevzi Çakmak'ın sözleriyle 30 Ağustos zaferi

30 Ağustos'ta cephedeki komutanlardan Mareşal Fevzi Çakmak, "O sırada siz İzmir'de bizi beklerken, biz Anadolu'da, sade düşmanlarımızla değil, aynı zamanda, en yakın kavga arkadaşlarımızın -hemen hemen düşman silâhları kadar tehlikeli olan- dalâletleriyle de mücadele ediyorduk" diye anlatır durumu.

Son Güncelleme:

Sel Yayınları'ndan çıkarılan "30 Ağustos Anıları" kitabında, Fevzi Çakmak ile Eylül 1947'de Ödemiş'de yapılan bir röportaja da yer verilir: 

"... İzmir"in, istiklâl kavgamızda, bir bakımdan, başka vilâyetlerimizinkine hiç benzemeyen bir hususiyeti vardır. Faraza, şahsen, bana sorarsanız, ben bu hususiyeti hülâsa edebilmek için derim ki: Bizim İstiklâl Harbimiz, fiilen İzmir'de başlamış ve fiilen İzmir'de sona ermiştir.

Şimdi sırası geldiği için açıklamaya mecburum ki, biz, hedefi İzmir olacak bir kat'î ve büyük taarruzu tasarlarken, karşımıza düşman ordusundan evvel, Millet Meclisinin pasif diplomatları dikildi. Onlar, düşmanla anlaşmamıza taraftarlık ediyorlar ve yapmak istediğimiz taarruz teşebbüsünü, bir cinnet sayıyorlardı.

O sırada, Fransızlar bize, İngilizler ise Yunanlılar taraftardılar... Bu sayede bir Fransızlardan, bir miktar silâh almış bulunuyorduk. Ben, bütün cepheyi gezmiş, kumandanlarla, zabitlerle, neferlerle konuşmuş ve ordumuzun durumunu, her bakımdan, yapmak istediğimiz taarruz hareketine alabildiğine elverişli bulmuştum. Zaten, böyle olmasaydı bile, hakkımızı düşmana, kuvvetimizi göstermeden tanıtmamız imkânı yoktu. Yunanlılar, İngilizler tarafından adamakıllı şımartılmışlardı. İstanbul'un gözde halifesi, Mısır Hidivliğinin sefil salâhiyetlerini kabule bile hazırlanmış bir uşak namzedi idi. Bu vaziyette, onun tarafından idama mahkûm edilmiş bulunan bizler, mücadele meydanında ciddî bir kuvvet, ciddî bir varlık olduğumuzu göstermeden, İngilizlere sözümüzü nasıl dinletebilirdik?

Böyle düşünmekte Mustafa Kemal'le tamamen mutabık olduğumuz için, ben, ordudaki vazifemden ayrılarak, Erkânı Harbiye Dairesinin odasına kapanmış, yapılacak taarruzun plânlarını hazırlamaya koyulmuştum.

O sırada, bir gün, Ankara'da hükûmet konağının üst katında, fevkalâde bir toplantı yapıldı. Toplanan Vekiller Heyetine, Rauf Bey riyaset ediyordu. Ve müzakerelerin başlayışından pek az sonra, taarruz aleyhtarlarının itirazları alabildiğine şiddetlendi. Kimisi, taarruzun bir cinnet olduğunu söylüyor, kimisi 'Ne diye boşu boşuna (!) kan dökelim?' diyor, kimisi ise:

'-Efendim, yüzde yirmi beş zafer ihtimali olsa, bu taarruza ben de taraftar olurdum, fakat, maalesef, yok!' diyordu.

Nihayet içlerinden birisi, kalkıp da: '-Efendim, bizim şu kadar katırımız ve şu kadar devemiz olsaydı, bu yapılabilirdi!' kabilinden bir hezeyan savurunca, dayanamayarak yumruğumu masaya vurdum ve:

-Efendim, dedim, bu taarruzda zafer ihtimali, yüzde yirmi beş değil, yüzde yetmiş beştir. Filvaki, bizim, muarızlarımızın istedikleri miktarda katırımız, veya devemiz yok amma ben Mehmetçiğin mücadele gücünü, dünyanın başka hiçbir mahlûkiyle mukayese edemem... O Mehmetçik, kavgayı sevdiği zaman, deveden çok fazla yol yürüyerek ve deveden çok fazla aç kalarak dövüşür. Hem unutmayın ki, Sakarya kavgamıza, mermilerimizin çoğunu, Mehmetçiğin karısı taşımıştır." ...

Üzüm çuvalları üzerinde çekilen muzaffer uyku

"Şimdi o yılda, bazan buğday, bazan da üzüm çuvalları üzerinde, ikişer saat kestirerek geçirdiğimiz geceleri hatırlıyorum. Hattâ bu saatlerden birisinde, üzerine uzandığı çuvalın deliğinden aldığı bir avuç üzümü ağzına atmadan evvel, koca Mustafa Kemal'in gülerek:

'-Paşam, şu hayatın cilvesine bak, arslanlık edelim derken, farelere döndük: çuval deliğinden üzüm, çalıyoruz!' dediğini, o yolculuğumuzun en şirin nüktelerinden biri olarak hatırlarım...

Fakat, inanın bana, ömrümde hiçbir başka yatağın rahatı, beni, o üzüm çuvalları üzerinde çekilen muzaffer uyku kadar mesut etmemiştir!"

" ... Büyük taarruzdan sonra, Mareşal Penlöveden, Franclen Buyon'dan ve arkadaşlarından müteşekkil bir Fransız heyeti, bizimle, Anadolu'nun herhangi bir yerinde temasta bulunmak istemişti. Biz onlara, kendilerini 9 Eylülde "Nif" (Kemalhaşa) de bulacağımızı bildirmiştik. 

Nif"e vardığımız zaman, onlardan, Türk ordusunun harekâtını, aramızda geçecek müzakerelerden sonraya bırakmamızı isteyen bir başka tel aldık. Elbette ki, hiç olmazsa zararsız ve diplomatik bir nezaket göstererek, onların bu ricalarını is'af etmek istedik. Fakat hemen o anda İzmir'den gelen bir haber, Türk süvarilerinin, Akdeniz kıyısına varmış bulunduklarını ve Kordon boyunda haklı bir zafer neşvesi içinde at oynattıklarını bildiriyordu. Bu itibarla, belliydi ki, Fransız dostlarımızın teli, elimize geç gelmişti! Bu yüzden, İzmir'e varınca elimizde olmayan sebepler yüzünden, randevumuzdan evvel geldiğimiz için, Fransız dostlarımızdan af istedik!'

Kaynak: Ajans Bizim

Sonraki Haber