Katledilmek kadınların kaderi değil! Peki yanlış nerede?
Kan donduran bir gündemin ortasındayız: Bir erkek, iki genç kızı vahşetine kurban etti. Son olmasını ümit ediyoruz, ilk olmadığını ise hepimiz biliyoruz. Peki nerede yanlış yapıyoruz? Hata kimde, kimlerde? Kadınların çığlığına kulak verilmiyor mu? Sokaklar, hangi şartlar oluştuğunda bizler için güvenli hale gelecek? 'Artık yeter' diyor ve meselenin özüne iniyoruz: Hayatlarımız neden pamuk ipliğine bağlı?
Türkiye, vicdan sahibi herkesin yüreğini bin parçaya bölen kanlı bir gündemin ortasında kaldı.
Korkunç bir haberle sarsılıyoruz birkaç gündür... Erkek vahşeti, ömrünün baharında iki genç kızı hayattan kopardı.
“Alıştık” demeye dilim varmıyor zira alışmayacağız ancak yabancısı olduğumuz bir gündem de değil kadın cinayetleri.
Biz neden hemen her gün vahşet haberleri yazıyoruz, neden düzenli aralıklarla 'niçin' öldürüldüğümüzü tartışıyoruz? Yanlış nerede?
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü yanıtladı...
Aslında bu korkunçluk Ayşe Paşalı kocası tarafından 42 yerinden bıçaklandığında, Güldünya hastanede töre cinayetine kurban gittiğinde, Özgecan kamusal alanda toplu taşıma aracında yakıldığında, Emine Bulut restoranda boğazı kalabalık ortasında kesildiğinde, Güleda Cankel Isparta'da, Ceren Damar Ankara'da, Ceren Özdemir Ordu'da, Pınar Gültekin Muğla'da, Şule Çet Ankara'da ve daha isimleri sayamadığımız kadın cinayetlerine 2008 -2024 yılları arasında katledilen 4500 kadın öldürüldüğünde başlayıp bugünlere geldi.
Kundağında 1 aylık bebek istismar olduğunda önlem almayanlarla ensest raporunu açıklarken "İstismara uğrayan her 100 çocuktan 40'ı ensest mağduru" dediğimizde "Boş konuşuyorsunuz" diyenlerle, yıllarca istismara uğrayan erkek çocukları için "Bir kereden bir şey olmaz" denildiğinde, Narin'in katledilmesine, Sıla bebeğin istismar sonucu bulunduğu yoğun bakımda olmasına sebep olundu.
İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanmadığı dönemle, canilerin, katillerin insan olmaktan uzak varlıkların cezasızlıkla cesaretlenmesiyle büyüyüp okyanus oldu ve şimdi hepimizi içine almaya tek tek yok etmeye başladı.
"Muhalefet de suçlu"
Dün bir ücra köşede münferit cinayetler iken izlenen bilinçli siyaset ile hayata geçirilen politikasızlık, hukuksuzluk ve eşitsizlik ile kadınları aşağılayan dil sayesinde bugün hepimizin kapısında bir katil bekler duruma geldik. Yanlış 1 tane değil ki. Sadece iktidara da mal etmek yanlış. Bu cinayetler katliamlar olurken kendi ikballeri için emek sarf eden muhalefet de suçlu. Birkaç canı yürekten çalışan sorgulayan dışında izlenen halktan kopuk siyaset de suçlu.
Siyaset alanını kendi eğlence mekanları sanarak eş dost ile uzmanlıktan uzak kimliklerle yapılan siyaset "Bana dokunmayın ben böyle rahatım" şekli ile geldi bugünlere .
"Biz söylemiştik, yanlış çok, doğru yok"
Ben/biz söylemiştik. 2011 yılında Kadın Bakanlığı'ndan kutsal aile yapısı tercih edilip aile bakanlığına direksiyon kıran iktidar politikaları bize bu sürecin başladığını hissettirmişti. Bu yüzden çok söyledik didindik durduk. 2016 yılında Anayasa Mahkemesinin "resmi nikah olmadan dini nikah kıyılamaz" maddesini iptal etmesi ile hızlanan süreç bugünlere su taşıyan kararlardır. Kısaca yanlış çok, doğru yok.
Bir uyanışa tanıklık ediyoruz aslında sanki: Kızlarınızı değil, oğullarınızı terbiye edin uyanışı... Kadınlar olarak talebimiz ortak ve net: Güvenli sokaklar istiyoruz. Sırtımızda kaç göz daha açacağız? Bilmiyoruz! Güvenin inşasını sağlamak adına kim ne yapmalı? Devlet, toplum, aile... Kime ne görev düşüyor bu noktada?
Uyanış genç kadınlarda var ama bu yetmez. Daha uyanamayan kadın olduğundan habersiz, eğitime ulaşamamış, geleneksel bir anlayışla büyütülen, zincirlerini kırmakta zorlanan, istihdam güvencesi olmayan, ekonomik olarak güçlü ve ayakları yere sağlam basamayan milyonlarca kadın var. Dolayısıyla aydınlığa çıkabilmek yaşam hakkımıza sahip çıkılmasını sağlamak öncelikli olarak devlet politikası olmalı.
"Kadın ve çocuk bakanlığı kurulmalı hızlıca"
Kadını yok saymayan, aile içine hapsetmeyen, eğitim sonrası bakım yükü içinde istihdamda olamayan kadınlar için bir politika, kadın ve çocuk bakanlığı kurulmalı hızlıca. Kutuplaştırıcı siyaset dilinden uzak, yapıcı, kapsayıcı ve otoriter olmayan siyaset sürdürülmeli.
STK deneyimlerinden yola çıkarak uygulama konusunda gerçeklerle yol alıp siyasi ikbalden uzak kararlara imza atacak yöneticiler görevlendirilmeli.
İstanbul Sözleşmesi, bugünün gündeminde neleri değiştirebilirdi?
Bugün olmayabilirdi çünkü eğitim ile müfredata eşitliği yerleştiren medyada bunu sağlama adına zorunlu yayın koyan zihinsel dönüşüm için kamuya kendi kendini görevli kılan ve yapılmasını zorunlu sayan bakış açısı sağlayan maddeleri ile önleyici politikalar geliştiren bir mekanizmaydı İstanbul Sözleşmesi. Derdimiz önleme çünkü.
Biz dikkat ederseniz nasıl, neden, niçin, nerede ve kim sorularına karşılık katliam sonrasını konuşuyoruz. Sözleşmenin ilk ayağı politika. Yani kararlılık. Biz bunu son 10 yıldır kadınları eve tıkan politikalarda görüyoruz. Kadını yok sayan zihniyet böylece destekleniyor. Tarikat ve cemaatlerle çok sıkı ilişkilerde kadınların kazanılmış haklarından vazgeçiyoruz. Politikasızlık çıkıyor karşımıza. Sözleşmede ikinci adım önleme.
Önlemeye dair bir çaba görebiliyor musunuz? Ben gözlüklerimi takarak bile önlemeye dair bir kırıntı göremiyorum.
"Uygulansaydı bugün bunları konuşmuyor olacaktık aslında"
O zaman böyle olmasını istediklerini düşünüyorsunuz. Rahatsız olmuyorlar demek ki Pınar Gültekin'in yakılıp katledilip betonlanmasından. Ya da Narin'in ayağının kırılması, dişlerinin sökülmesinden, onun 8 yaşında neden bu kadar ağır işkence gördüğünden rahatsız olmuyorlar. Dün kafası bedeninden ayrılan ve bir annenin önüne atılmasından da rahatsız olmayacaklar, 2 tweet atıp görevini yapmış sayan bu zihniyet.
Sonra koruma ve daha sonra kovuşturmaya geliyor İstanbul Sözleşmesi'nde.
İşin bu tarafı daha fecaat, rahatsız olmadık tamam bırakalım hukuk cezasını versin, ona da karışıyoruz. Azıcık bir ceza cezasızlığı yaratarak faile cesaret verdiren tavırla çıkıyor karşımıza.
İşte bu yüzden uygulanmadı ve kaldırıldı. Uygulansaydı bugün bunları konuşmuyor olacaktık aslında. Çok ama çok acı. Bedeli vicdanen çok ağır.
Kadınları yaşatacak yasalara sahip değil miyiz? Yoksa uygulanabilirlik noktasında mı takılıp kalıyoruz?
Anayasada yazan yaşam hakkımızı istiyoruz ve bu devletin yapmak zorunda olduğu bir olay.
Yardım isteyeceksin, STK'lardan alacağın destek ile önleyeceğin katliamlar için değmez mi?
Ama yapamıyorsan bırakacaksın. Bu ülke çocuklarının öldürülmesine daha fazla dayanamaz, bedeli ülke için çok ağır olmaya başladı.