Eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek: 2008'e kadar AK Parti deplasmanda maç yaptı, denetimli serbestlik altındaydı
Eski TBMM Başkanı Cemil Çiçek, "2008'e kadar AK Parti deplasmanda maç yaptı. Ya da denetimli serbestlik altındaydı" ifadelerini kullandı.
Eski TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Habertürk TV'de katıldığı programda soruları yanıtladı. AK Parti hükümetlerinin "vesayet" ve "statüko" ile mücadele verdiğini ifade eden Çiçek, "Demokrasi çok şükür doğru bir tercih. Kazandıranlardan Allah razı olsun. Düzeltmek, eksiği tamamlamak bizim işimiz. Bunu kültür ve ahlak haline getirmek de siyaset yapan bizim, aydınlarımızın, üniversitelerimizin görevi. 2008'e kadar AK Parti deplasmanda maç yaptı. Ya da denetimli serbestlik altındaydı. İktidarsınız, vatandaş sizin her şeye kadir olduğunuzu zannediyor. Ama size 60'dan beri virüsün yuvalandığı bir kısım kurumlar sebebiyle en makul olan en doğru olan şeyleri yapamamışsınızdır." ifadelerini kullandı.
Çiçek'in açıklamaları şöyle:
KORONAVİRÜS SALGINI
"En büyük benim, bütün güç bende" diye hava atan devletlerin hepsi virüse yenildi. Bu virüs güvenlik konseyinin 5 üyesini vurdu. Dünyada Çin, Rusya, Amerika, İngiltere, Fransa'yı vurdu. 75 günün bende bıraktığı intiba bu. En güçlü ülkeler bile bu virüs için 2-3 gram diyorlar, dünyanın en büyük ülkelerini dize getirdiğine göre. Biraz daha derinden, rahmani düşünmek diye bir şey var. Bu süreçte kendimi düşündüm. Siyasette yol haritası tecrübedir. Bu coğrafyada bin yıllık tarihimiz var. Tarih dediğimiz tecrübelerin yekünüdür. 75 gün içerisinde bir kısım kitapları bir defa daha okudum. Kendi yaşadıklarımla bunları örtüştürdüğümde çok şükür bugün belli noktadayız. Eksikliklerimiz var, yanlışlarımız var ama dünün Türkiye'si yok artık. Bugün çarığı sorsak çoğu kimse bilmez. Çoğu evlerde aksesuar, halbuki 50 yıl önce bir ihtiyaç. Biz daha ileri noktada olabilecek iken, çok şükür G-20'nin üyesiyiz. Mesela niye ilk 10'un, ilk 5'in içerisinde değiliz?
"DEVLET SORUNU" İLE "HÜKÜMET SORUNUNU" AYRIMI
Türkiye birçok noktada değişti ama bazı şeyler hiç değişmemiş. Bunu okumalarımdan, yaşadıklarımdan ve dinlediklerimden çıkarıyorum. Bir defa 100 küsur yıllık süre içerisinde özellikle siyaset yapan insanlar olarak devlet sorunu ile hükümet sorunu ayrımını doğru dürüst yapamadık. Terör sorunu bir devlet sorunudur. Halbuki geriye dönüp baktığımızda, devlet bütün gücüyle uğraşıyor, Allah razı olsun hepsinden. Biz devlet sorununu hâlâ hükümet sorunu kabul ettik. 80 öncesi sağ-sol teröründe 'hükümet gider terör biter' denildi. Günde 3 kişi ölüyor iken hükümet değişince 20 kişi ölür hale gelmişti. Konunun ayrımını doğru dürüst yapamazsak tedbirinde de hata yaparız. Hükümet gitse de o vahşet, ülkeyi sıkıntıya sokan terör olayları devam edecekse alabileceğimiz tedbirler farklıdır. Mesela Kıbrıs sorunu bir devlet sorunudur. 50'li yıllardan beri.
"IRA'YI KİMSE İÇ SİYASET MALZEMESİ YAPMADI"
Türkiye değişik hükümetler döneminde bu sorunu çözmek istedi ama hâlâ Kıbrıs sorunu var. Acaba bugünkü hükümet gitse Kıbrıs sorunu çözülmüş olacak mı? Bu ayrımı yapamadığımız için birbirimizi suçladık. Şehit cenazelerinde bile birbirimizin yüzüne bakmadan yanyana durmadık. Bugün tartıştığımız konuların önemli kısmı Türkiye Cumhuriyeti devletinin önemli sorunudur. Terörle boğuşan demokratik ülkeler var. İspanya, İngiltere var, başarılı oldular. Orada da siyaset yapan partiler vardı. Onlar bu meseleyi hükümet değil, devlet sorunu olarak kabul etti. Biraraya geldiler. Yapılacak işleri sessiz-sedasız yaptı. IRA ile İngiliz hükümetlerinin görüşleri 10 yıldan fazla sürdü. Ama kimse bunu iç siyaset malzemesi yapmadı. Birlikte tavır aldılar. Biz bu sorunun ayrımını yapamadık.
"HER KONUYU SİYASETEN TARTIŞMIŞIZ"
Biz 1908'den bu tarafa her konuyu siyaseten tartışmışız. Her olayın elbette siyasi yanı vardır. Ama bilimle alakalıysa, siyaset ikinci planda ise evvela o konunun bilgisini ortaya koymak lazım. Mesela 28 Şubat'ta bunu en ağır bir şekilde yaşadık. Diyelim ki dini bir konu var. Bunu kimin tartışması gerekecek? Bu alanın uzmanları verecek. İlahiyat fakülteleri, Diyanet İşleri Başkanlığımız var. Hiç kimse bunlara bir şey sormaz, siyaseten bunu tartışırız. Mesela 3 milletvekilinin dokunulmazlığın düşürülmesi. Evvela hukuki yönü var. Ondan sonra işin siyaset kısmını herkes kendi partisine göre, çıkarına göre değerlendirme yapsın. Geçmiş uygulamalara, bugünkü uygulamalara bakıp, Anayasa'ya bakıp, iç tüzüğe bakıp değerlendirmek lazım. Bu konularda yeteri kadar bilgi verilmeden herkes siyasi konumuna göre konuşuyor. Bu üslup ve usülle, tavırla bu konuyu tartışırsak sadece bağıracağız, çağıracağız.
"BİRİ DİNSİZ DEMİŞ ÖTEKİSİ DE ÜMMETÇİ"
110 yıllık süre içerisinde tartışmaların yüzde 99'u gerçeği ortaya çıkarmak için değil, birbirimizi köşeye sıkıştırmak için yapılmış. Görünürde mutabık kalmış gibi gözükmüşüz, amalı, fakatlı cümlelerle yukarıdaki mutabakatı sıfırlamışız. İlk parti 1859'da kurulmuş. O günden bugüne çok parti kurulmuş. İttihat Terakki ve Hürriyet İtilaf Partisi var. Balkanlar kaynıyor. Ülke yönetimine talip olan İttihat Terakki Partisi, Hürriyet İtilaf Partisi'ne 'Bunlar ümmetçi' diyor. Buna karşılık İttihatçılar'a 'Bunlar dinsiz imansız' diyor. Bunlar bu kavgayı verirken Balkanlar'da çeteler dağa çıkıyor. Halbuki tartışmalardan bir şey çıkması lazımdı. Ondan sonraki yıllara bakalım ilerici-gerici. Bunlar laik, bunlar değil. Peki ne oldu? Vardığımız bir sonuç var; darbe...
Tartışmanın temelinde gerçeği ortaya çıkarmak yok, köşeye sıkıştırmak, köprüye getirmek, helal olsun diyerek bilek güreşi yapmak. Bir muhalefet partisinin işinin gücünün sadece iktidar partisinin yanlışlarını söylemek değildir; kendi doğrularını da söylemektir. Güçlendirilmiş parlamenter sistem şöyle olacaktır diye bir metin yok ortada mesela. Bu sistem yanlışsa, size göre yanlış olabilir, o zaman doğrusu şudur diye bunu açık açık ortaya koymanız lazım. Şimdi sadece güçlendirilmiş parlamenter sistemini söylüyoruz. Bu sistemin de çeşitleri var. Birilerinin yanlışını elbette söyleyeceğiz ama yanlışı söylerken yanlış bilgiye dayanmayacağız, yanlış bir üslupla söylemeyeceğiz. 110 senedir siyaset dilinin bu kadar yaralıyıcı olmasının temelinde yanlış bilgilere dayalı olmanın ve yanlış bir üsluba dayalı olmaktan geliyor.
"BUNU İLK KEZ AÇIKÇA RAHMETLİ TURGUT ÖZAL SÖYLEDİ"
Bizim bunca yıllık uygulamalarımıza baktığımızda böyle bir üslupla, usulle siyaset yapıyoruz. Bir siyasi partinin varlık sebebi kendi doğrularını ortaya koymaktır. Bunun istisnai örnekleri vardır. Mesela Anavatan Partisi'dir. Yokluklar var kuyruklar var. Margarin alabilmek zor, bir depo benzin alabilmek tavassuta bağlı bir şey. Öyle bir ortamda Türkiye selamete nasıl ulaşacak? Bunu açıkça söyleyen rahmetli Turgut Özal'dır. Gitti Aydınlar Ocağı'nda konuştu. Öyle teoriden değil, net konuştu. 'Köprüyü satacağım' dedi. Bir kısım somut şeyler söyledi. Öbürünün yanlışını söyle, geri kalanı gelince düşünürüz ya da üç beş fiyakalı sloganla top çevirmiştir.
"SORUMLULUKLA BERABER ÖZGÜRLÜK BİR ŞEY İFADE EDER"
Biz belli konuları tartışırken o alanın tümünü dikkate alarak tartışmak yerine işimize gelen kısmından bahsediyoruz. Mesela hepimiz özgürlüklere vurgu yaparız. Özgürlük insanla ilgili bir şeydir. Cenab-ı Hak insanları özgürlükler vermiştir. Ama sorumluluk hiç aklımıza gelmez. Sorumlulukla beraber özgürlük bir şey ifade eder. Sorumsuzluğu özgürlük olarak telakki edip, iktidarı bununla tenkit ederseniz Türkiye'de kavramlar, kurumlar aşılır, kamu düzeni bozulur. Biz fert-devlet ilişkisini doğru kuramadık. Güvenlik-özgürlük dengesini kuramadık, özgürlük-sorumluluk dengesini kuramadık. Mesela toplantı, gösteri yürüyüşü yapmak insanların hakkıdır. İzin alarak yapılır. Gittiniz Abdi İpekçi Parkı'nda neyi beğenmiyorsanız protestosunu yaparsınız. Ama kaldırım taşlarını sökerek, esnafa zarar vererek nasıl yapacaksınız?
"ATATÜRK ORTAK DEĞERDİR"
Devletin ayırdığı meydan vardır, yok orada yapmayacağım, burada yapacağım. Polisle tartışılır, kavga başlar. Ankara'da kanunsuz yürüyüşler sebebiyle oradaki esnaf çoğu zaman kepenk kapatır. Tek yönlü tartışıp diğer sorumluluk dengesini, güvenlik dengesini kuramadığınız takdirde günlerce tartışmış oluyoruz. Tartışmayı bilgi üzerinden, bilim üzerinden değil değerler ve kutsallar üzerinden yaptık. Bu çok felaket bir şey. Sadece din değil, onun dışında toplumun kutsalları vardır. Atatürk bir ortak değerdir. Bunlar üzerinden tartışma yaptığınız takdirde hiçbir sonuca varmıyorsunuz, toplum kutuplaşıyor ve siyaset içinden çıkılmaz hale geliyor. Öz eleştiriyi yeteri kadar yapmadığımızdan kaynaklanıyor bu durum. İktidarın görevi ülkede huzuru, barışı, birliği, bütünü sağlamaktır. Siz kutsallar üzerinden bu tartışmaları yaptığınızda bir türlü birlik, beraberlik, kaynaşma olmuyor.
"BİZ BUNU NİYE 30-40 SENE TARTIŞTIK"
Bu ülkede ne kadar laiklik tartışması yaptık? Şimdi başörtüsü konusu ne oldu? Biz bunu niye 30-40 sene tartıştık da birçok insanın hayatına, tahsiline maloldu? Ne vardı bunda endişe edilecek? Bunu bir türlü gerçekleştiremedik. Ben bunu Anayasa Mahkemesi'nde de söyledim. Savunduğum partilerin davasında. YÖK ve Diyanet İşleri Başkanı anayasal kurum. YÖK diyor ki, 'Ben başörtülü üniversiteli öğrenciyi kabul etmeyeceğim'. Diyanet de diyor ki, 'Başörtüsü Allah'ın emridir', inanırsınız, inanmazsınız o başka mesele'. Bu ülkede vatandaşı düşünün devleti için dinini mi terk edecek, dini için devletini mi terk edecek? Şimdi bakın çözüldü. Keşke daha önce çözülseydi ama ağır bedeller ödüyoruz maalesef.
"TARİHİ OKURKEN ONA İDEOLOJİ GİYDİRMEMEK LAZIMDIR"
Mühim olan vicdan muhasebesini yapabilmektir. Biz iki alanda yanlış okuma yapıyoruz. Bir tanesi tarih değerlendirme. Kafamızda belli bir tarih anlayışı var. Tarihi delil aramak için okuyoruz, ondan ders çıkarmak için değil. Diyelim ki Tanzimat bu ülkenin canına okudu diyelim, ben onun kötülüğüne karar vermişim, nerede Tanzimat'ı kötüleyen bir şey varsa onu okumaya çalışıyorum. Tarihi mukayeseli okuyacağız. Tarihe ideloji giydirmeyeceğiz. İkisi de Cenab-ı Hakkın rahmetine kavuştu. Mehmet Akif'le Abdülhamit'i karşı karşıya getirmeye çalıştık. Niye? İdeolojik gözlükle olaylara baktığımız için. Rahmetli Cemil Meriç, ideoloji idraklerimize giydirilen deli gömleği demişti.
Rahmetli Muhammed İkbal'in bir sözü var. Diyor ki, İslâm dünyası aklını, Batı dünyası vicdanını kaybetti. Batı dünyasının vicdansızlığı, İslâm dünyasının yaşadığımız günlerde akılsızlığı var. Bir kişinin peşinden gidiyoruz, o ne derse gerçek o. FETÖ zırvalığı nereden çıkıyor? Tarihi mukayeseli okuyacağız, aklımızı kullanarak buna bakmamız lazım. İslam alimleri derler ki, 'Cenab-ı Hak insanlara iki elçi gönderdi. Biri akıl biri vahiy' Akılsız siyaset yapılabilir mi, akılsız dindarlık olabilir mi, devlet yönetilebilir mi? Akıl yoksa ahlâk da yok. İslâm dünyasında bugün yaşanan kepazeliğin temelinde ne var? Akıl da yok, ahlâk da yok. Batı dünyasında da vicdan yok. Bu virüs hepsinin kepazeliğini ortaya koydu zaten.
"BİZE AKIL VERENLER KİŞİLER EKMEĞİ VERMEDİLER"
Olaylara ideolojik bakış, hayatı ideolojiye göre tanzim ülkemizin en önle problemlerinden bir tanesi. Olaylara ideolojik bakıyorsanız, siyah beyaz hastalığına düçar olmuşsunuz demektir. Siyah beyaz baktığınızda bu toplum kutuplaşır. Biz başkasının 50 tane yanlışını söyleriz, özellikle siyasette daha çok söyleriz. Peki senin hiç mi yok diye sorunca 'eh hatasız kul olmaz' denir. 'Biz de şurada hata yaptık' diyebilmeliyiz. Siyah beyaz hastalığı uzlaşmayı, birlik, beraberliği sıkıntıya sokuyor. Mesela ben üniversite yıllarımda sağ-sol diye ayırdılar. Bize aklı verenler ekmeği vermediler. Bizim Yozgat'ın meşhur sözüdür. Neticesini kontrol edemeyeceği, hesabını soramayacağın kimseye para verme. Öbür dünyada zerre kadar hayrın, şerrin hesabı sorulmayacak mı?
"YABANCILARIN İSTİHBARATÇILARI TÜRKİYE'DE"
Eskiden hiç olmazsa çizginin o tarafı bu tarafı diyorduk. Şimdi çizginin bu tarafında olanlar da kendi içinde kabileleştiler. Siyaseten de olsa tümüyle karamsar tablo çizmeyeyim. Üniversite yıllarında 'Nazım Hikmet Moskova'ya niye kaçtı' diyorduk, 'Komünist Nazım' diyorduk. Şimdi bizi o yola sevkeden liderler Nazım Hikmet'in şiirini okudu. Madem öyle olacaktı bizi niye kavga ettirdiniz? Herkesi dinleyin, hiç kimsenin dediğini defaten kabul mecburiyetiniz yok. Bu ülke yabancı ülkelerin birinci sınıf istihbaratçıların görev yaptığı ülkedir. 15 Temmuz bize bunu açıkça öğretti. Kendi devletimizin içinden bizi nasıl çürüttüğünü gördük.
"TOPLU İĞNE ÜRETEMEZKEN DENİZALTI YAPIYORUZ"
Hakikatin tek bir yüzü yok. Mutlaka başka şeyler de var. Tarihe ideolojik bakmamak lazım. Bugünden 100 sene evvelki olayları değerlendiriyoruz ve suçlamaya başlıyoruz. Bunu ders çıkarmak için yapıyorsak eyvallah. Ama çoğu zaman bunları suçlamak için yapıyoruz. Bir işin doğrularına, yanlışlarına o günün şartlarını, iç dış dengelerini hesaba katarak bakmak lazım. Bu ülkenin insanları 70-80 evvel toplu iğneyi dışarıdan ithal ediyordu. Bugün çok şükür denizaltıyı yapıyoruz. Yanlışları, eksiklikleri yanlış bir üslupla söylemeye çalıştığımız için bir noktada buluşmamızı engelliyor. Biz tarihi olayları vuku bulduğu şekille değil beynimizdeki şekillendirmeyle okuyoruz. Bizim müslümanlığımız da dinlemeye dayalı. Kulağımıza üflenen ne kadar doğru, ne kadar yanlış. Ne kadar bu ülkenin adamı, ne kadar yabancı ülkenin istihbaratın adamı.
"BU ÜLKENİN BAŞINA DERT AÇAN 5-6 TANE ÜLKE VAR"
Bu ülkenin başına dert açan 5-6 tane ülke var. Devlette görev yapmış insan olarak söylüyorum, bunların birinci sınıf istihbaratçının görev yaptığı ülkedir Türkiye. Hala 15 Temmuz'u ceza hukuku olarak, kriminal olarak kabul edip de bunun yansımalarını anlayamaz isek başka sorunlarla karşı karşıya kalırız. Bu olayın başka yansımaları var, oturup kafa yormamız gereken hususlar var. Türkiye gibi ülkede obruklar çok. 10 yılda bir düşüyoruz da bu obruklara. 50 küsur senedir konuşmalarımızda birinci cümlemiz 'Türkiye zor bir dönemden geçiyor' oluyor. Ülkenin birliğini beraberliğini temin eden dikiş noktalarına jilet atarsanız bu birlik ve beraberlik nasıl sağlanacak?
"TEKBİR GETİREREK BİRBİRLERİNİ BOĞAZLIYORLAR"
Bugünün gençleri büyük ölçüde dini kaynakları okuyarak İslâm'ı değerlendirmiyor, müslümana bakarak karar veriyor. Müslümanın da bakılacak hali kalmamış. Bu bizim sorumluluğumuz, o gencin sorumluluğu değil. Bir düşünce, güzel kendi döneminde güzel örnekleri ortaya koyamıyor da, 500 sene geriye gidiyorsa o neslin büyük sorumluluğu var. Biz İslâmla ilgili hangi değerlere atıfta bulunuyorsak günümüzden örnekler verebiliyor olmamız lazım. Muhammed İkbal, İslam dünyası aklını kaybetti diyor ya, aklını kaybedince ahlâkını da kaybetti. Dini idelolojileştirdik, onun için tekbir getirerek müslümanlar birbirini kesiyor. Dünyada 70-80'den fazla terör örgütünün yarıdan fazlası müslümanlık iddiasını taşıyor. Bu neyin nesi? Bu akıl birilerin ipoteğinde.
"FETÖ ALÇAKLIĞININ MALİYETİNİ HESAP EDEN VAR MI?"
Bizim toplumumuzda şöyle bir şey var. Siyasette köye, kasabaya gideriz, 'oyunu bize ver, başka şeye karışma' deriz mesela. Bizim toplumumuz halen olaylara, partilere bakarken şahıslar üzerinden bakıyor. Böyle bir lider çıksa, ah bir Atatürk çıksa, ah bir Özal çıksa, ah bir Erbakan gelse, öbür taraftan da ah bir Ecevit gelse. Tarihe bakışımızdaki şaşılıktan kaynaklanıyor bu. 100 yıllık tarihimizi bu ülkenin aydınları, en evvelde siyasetçileri iyi bilsek herhalde Türkiye önemli fırsatları yakalayabilecek. Dünyevi sorunlarımız için Zaloğlu Rüstem bekliyoruz. Öbür dünyadaki pozisyonumuz için de bir kişi bulacak, eteğine yapışacak adam bakıyoruz. İyilerini tenzih ederim. FETÖ açısında söylüyorum. Bu alçaklığın maliyetini hesap eden var mı? Onun peşine takılarak cennetten parsel numarası almaya kalkıştılar. Cennette emlakçılık yapmaya kalkıştılar.
"ÜLKELERİN KURTULUŞUNU ŞAHISLARDAN BEKLİYORUZ"
Bu ülke siyaseten, ticareten, dinen kandırılmış insanlar ülkesidir. Bütün bunları demokrasi adına konuşuyoruz. Demokraside kahraman olmaz. Demokrasinin doğru kuralları vardır. Vasat zekalı insanlar o kuralları işletir, o ülke belli istikamete doğru gider. Biz ülkedeki dengeleri, kurtuluşu, sistemlerin işleyişini şahıslardan bekliyoruz. 'Bir Atatürk çıksa' diyoruz. Böyle bir beklenti içerisinde olabilir mi insan? Atatürk'ün geçmişte koyduğu şeylerden dersler çıkarmalıyız.
DARBELER
Kurumlar belli süreden beri yıpranma içerisinde. Biz son kısma baktığımız için belli bir partiye mensubiyet içerisinde olaylara baktığımız için. Bu darbeler devletin içine koronavirüsünü koydular. Devlet dediğimizde akla gelen temel kurumlara virüs 27 Mayıs darbesiyle girdi. Mesela yargıya virüs, orduya virüs o zaman girdi. Ben 27 Mayıs'ta orta 3'te idim. 3 sene geçmedi Talat Aydemir darbe teşebbüsünde bulundu. Sonra 12 Mart'ta üniversite öğrencisiyim. 12 Eylül'de hayata yeni atılmıştım. Ağız tadıyla bu ülke bir Cumhurbaşkanını seçememişti. Bugün sivil Cumhurbaşkanları varsa bunun ilk adımını rahmetli Özal atmıştı. O zaman sivilleşmeseydi bugün halen benzer sıkıntıları yaşıyor olabilirdik. Nitekim 27 Mayıs e-muhtırasını yedik biz. Medya da çok şerbetlidir tabiri caizse.
Demokrasinin hukuk ayağı var, partiler kanunu var, yarım yamalak da olsa bir anayasası var. Ama kültür ve ahlak ayağı yok. 1876'da parlamentoyu açmış bir ülkede halen konulara darbeci mantıkla, darbe lafını telaffuz ediyoruz. Bu tartışmalarla Türkiye demokrasi kültürü oluşturamıyor. Halkın seçtiğini sopa, değnek, silahla götürmek demokrasi adına ahlâksızlıktır. Kültür ve ahlâktan olan boşluğu kanunla doldurmaya çalışıyoruz. Bu iki noktada eksiklik var.
"BİR ANAYASA FIRLADI DEVLETİN KURUMLARI DİBE VURDU"
Demokrasi çok şükür doğru bir tercih. Kazandıranlardan Allah razı olsun. Düzeltmek, eksiği tamamlamak bizim işimiz. Bunu kültür ve ahlak haline getirmek de siyaset yapan bizim, aydınlarımızın, üniversitelerimizin görevi. 2008'e kadar AK Parti deplasmanda maç yaptı. Ya da denetimli serbestlik altındaydı. İktidarsınız, vatandaş sizin her şeye kadir olduğunuzu zannediyor. Ama size 60'dan beri virüsün yuvalandığı bir kısım kurumlar sebebiyle en makul olan en doğru olan şeyleri yapamamışsınızdır. Devlette bir çatışma çıkmasın diye durmuşsunuzdur. Bir anayasa fırladı devletin kurumları dibe vurdu. Bunları bağrımıza bastık. Cumhurbaşkanlığı seçimini yapamadı bu devlet. Meclis'te anayasaya uygun Cumhurbaşkanı seçilemedi, devlet krizi oldu. Neredeyse daha kötüye gidecekti.
"YARGININ GÖREVİ HUKUKİ DENETİMDİR SİYASİ DEĞİL"
Bir partinin göstereceği adayın genelkurmay başkanından onay alacağı nerede görülmüş? Herkes kendi görevini yapacak? AK Parti 2007'de Cumhurbaşkanını neden seçemedi? Denetimli serbestlik altındaydı. Allah'tan erken seçim kararı alarak, MHP'nin de Meclis'e girmesi sebebiyle. Yargının görevi hukuksal denetimdir, siyasi denetim yargının işi değil Meclis'in görevi. Siyaset benim hakkım, sorumluluğum olduğu halde yargı, ordu siyaset yaptı. Herkese teşmil etmiyoruz, yapana söylüyoruz bunu. Kapatma davasını uydurma bir sürü delille açtılar. Bunun Türk ekenomosine verdiği zararı da hesap edemediler.
"ÜNİVERSİTEYE KİTAPLA DEĞİL TAŞ VE SOPAYLA GİTTİK"
27 Nisan'dan sonra yazılıp çizilenlere bir bakın. Mesela 'Ordunun demokratik refleksidir' denmiş. O ülkenin savunulmasından sorumludur diye beyanat vermek yerine 'demokratik reflekstir' deniyor. 27 Mayıs'ta söylenenlerin biraz daha soslusu, biraz daha ambalajlısı. Siyasette halen defolarımız çok, yanlışlarımız çok. Olaylara ideolojik bakarsak böyle olur. Ben 68 kuşağıyım. Bazı isimler söylerim ama izinleri almadığım için telaffuz etmiyorum. Geldik İstanbul'a üniversiteye. Babamın bana verdiği para beni 1 ay geçindirebilir. Öyle bir atmosfer var ki, bir sürü tuzaklar var. Öbür taraftan 6. filo geliyor. Siz kitapla üniversiteye gitmeniz gerekirken taşla-sopayla gidiyorsunuz. Onlar sol yumruğu soruyor, biz sağ yumruğu sıkıyoruz.
"BU İŞİN SLOGANLA OLMADIĞINI ÖZAL'LA ANLADIK"
Ben ne zaman Özal'la tanıştım, siyasette sorun çözmenin yumruk değil el sıkarak olduğunu anladım. Benim siyasi hayatımın iki dönemi var. Bir hırslarımın, heyecanlarımın öne çıktığı dönem. En büyük hizmetleri biz yapacağız gibi düşünüyorum. Karşı taraf da buna karşılık savunma, suçlama içerisinde. Halbuki rahmetli Özal'la tanıştıktan sonra anladık ki bu iş sloganla olmuyor. Bu ülkenin en büyük problemlerinden bir tanesi her türlü siyasi soruna slogan üretmektir. Fiyakalı bir cümle, altı bomboş. Mesela bizim dönemimizde solcu arkadaşlar her şeyi devletleştiriyor, biz de her şeyi millileştiriyoruz. Böylece herşeyi kurtarıyoruz. Şimdi her şeyi devletleştirenler özel sektörde tepe noktalarda, biz de her şeyi millileştiriyoruz derken yabancı sermayenin gelmesini istiyoruz.
"ALLAH BU COĞRAFYANIN DAĞINA GÖRE KIŞ VERİYOR"
Biz orta Afrika'da bir ülke olsaydık başımızda böyle bir dert olmazdı. Bu coğrafya ağırlığını ne tarafa koyarsa o taraf belli bir mesafe alıyor. Böyle bir coğrafyanın Allah dağına göre kış veriyor. Bizim Yozgat'ta böyle bir söz vardır. Karamsar olmaya gerek yok. Bunun yolu evvela güçlü olacaksınız, namerde muhtaç olmayacaksınız. İlimde, fikirde, işte güçlü olacaksınız. Türkiye belli bir süreden beri belli alanlarda çok şükür tıp alanında, savunma sanayinde artık kendi bilgimizi üretebilir hale geldik. Bakın hala F-35, S-400 kavgasını veriyoruz. Sizin üniversiteleriniz işi gücü bırakmış, benden daha fazla politika yapıyorsa, kaliteye değil başka şeylere değer veriyorsa ülkenin ilim hayatı belli bir yere gelemediyse siyasetçi olarak sizin yapacağınız çok fazla şey olmaz.
"TÜRKİYE'DE İLK KEZ 2023 VİZYONU KONULDU"
AK Parti olarak söylemiyorum, biz vatandaştan oy alarak iktidar oy alıyoruz diyelim. Ey seçmen şunlar yoktu, şimdi şunlar var denir. Mühendis kökenli politikacılar bunu çok yapardı. Mesela rahmetli Demirel, Özal ve Erbakan hoca bunu yapardı. Bizim bu coğrafyada güçlü olacaksak, rakibimiz olan ülkelerle aramızdaki mesafeye bakmamız gerekir. Türkiye ilk defa 2023 vizyonu koydu. Almanya 2050'ye geldiğimizde benim rakibim kim olacak diye bakıyor. Başlangıçta Türkiye'nin AB üyeliğine destek veren Almanya sonra neden çamura yattı? Gayet açık, Türkiye hem nüfusu hem de kazanımları itibarıyla. Burada en büyük handikapımız olaylara ideolojik bakmamızdır.
"SİYASETE YATAY VE DİKEY GİRİŞLER VARDIR"
Siyasete iki yoldan girilir. Bunlardan bir tanesi dikey çıkış yapar. İlçe başkanıdır, il başkanıdır, belediye başkanıdır, milletvekili olur, bakan olur. Bir de yatay geçiş olan vardır. Filanca görevdedir, ihtiyaç hasıl olmuştur, talep olmuştur, direk oradan gelir. Onlar başarılı olamazlar. Rahmetli Turgut Bey, 1977'den İzmir'den senatör adaylığı var. Daha sonra yurt dışında geçmiş ömrü. Müsteşarlık, yurt dışı tecrübe. Siyasi kültürü yeterince tanımadan. Sayın Cumhurbaşkanımız da dikey geçişle gelmiştir. Turgut Bey, devleti biliyor, millet noktasında teması olmamış. Benim için de öyle. Devletin yönetimi meydanda nutuk çektiğiniz gibi değildir. Hele hele denetimli serbestlik halindeyseniz burnunuzdan getirirler.
"TARİH BİLİMİ SİYASETİN ABDESTİDİR"
Halen zorluklar var. Devletin 60'dan beri darbeler sebebiyle kurumlarında ciddi aşınmalar oluyor. Özellikle hukuk, eğitim alanında. Bunları telafi etmek de kolay olmuyor. Tarih siyasetin abdestidir, onu söyleyeyim. İstanbul kaçta fethedildi? Varna Savaşı kaçta yapıldı değil, siyasi sosyolojisini bileceksiniz, analiz yapacaksınız, mukayeseli ve aklınızla okuyacaksınız. Buradan bir kısım sonuçlar çıkaracaksınız. Şöyle bir şey okudum geçenlerde; Batılılar akıllara, Doğulular duygulara hitap eder. Bu da siyasetin bir vakasıdır. Keşke ikisini de bir arada yapabilsek. Toplum olarak geçmiş özlemimiz var ya. Mesela biz çizginin bu tarafındaysak bir Osmanlı özlemi, İslâm bakımından Asr-ı Saadet özlemimiz vardır. Ama ders çıkarmak adına mesela keşke bir çalışma yapılabilse şu Osmanlı'da gerileme, duraklamayla ilgili yazılmış siyasetnameler, vasiyetnameler var.
"ADLİYE MESELESİ 400 YILDAN BERİ GÜNDEMDE"
Osmanlı eski ihtişamına nasıl kavuşacak? Onun için yazılmış siyasetname ve vasiyetnameler var. Mesela Lütfü Paşa'nın kitabı var. Onlar koruyucu hekimlik anlamındadır. Şimdi söyleyeceğim siyasetnameler tedavi edici. Mesela Koçi Bey Risalesi, Defterdar Sarı Muhammed Paşa'nın yazdıkları, büyükelçilerin yazdıkları var. Aşağı yukarı 6-7 tane ortak nokta var. Bunlarda bir tanesi adliyenin ıslahı var. Demek ki bu adliye meselesi bu milletin gündeminde 400 sene var. Zaman zaman düzelmeler oluyor, sonra eski hastalıklar nüksediyor. Adliye meselesi sadece kanun meselesi değil. Türkiye temel yasalarını tümüyle değiştirmiş Avrupa'da tek ülkedir. Binanın ana kolonları değişti 15-20 sene içerisinde. Ayrıca uyum yasaları. Yargı reformu, adliye reformu insan meselesidir. Hukuk fakültelerinizde hak, hukuk, adalet noktasında insan yetiştiremediyseniz cübbe hiçbir sorunu çözmez.
"SAĞCI OLDUĞUM İÇİN DANIŞTAY'A ALINMADIM"
Bir ülkenin başsavcısının görevi filancanın siyasete girmesini, parti kurmasını engelledik ama başaramadık olabilir mi? Size vatandaşın kendi arasında ya da devletle ihtilafları geliyor. Siz ideolojinize göre bu kararı veriyorsunuz. Ben Danıştay'ı birincilikle kazanmama rağmen beni almadılar. Niye, sağcısınız diye. Yahu ben kendiliğimden sağcı falan olmadım. Devlet benim okuma özgürlüğümü sağlayamadı ki, biz kendi kendimizin güvenliğini sağladık. Geliyorsunuz bu sizin davranışınızı, kararlarınızı etkiliyor. Ben bunları Adalet Bakanı olarak da yaşadım. İkide bir Anayasa Mahkemesi diyoruz. Oradakilere saygım var. Bir ülkede eğer yargı yerindelik denetimi yapıyorsa hala ideolojik hastalıklardan kurtulamamışız demektir. Bence hukuk eğitimi fevkalade önemli. Hukuk meselesi rozet, diploma meselesi değildir.
"YARGI İMAJINIZI YA ABAD YA DA BERBAT EDER"
Türkiye mühendislik alanında, tıp alanında başarılı olmuştur ama hukuk konusunda aynı şeyi söyleyemeyiz. Yargı kararları sizin imajınızı ya abad eder ya da berbat eder. Türkiye'de belli bir rakamın üzerinde yatırım yapacak adamların ilk ziyaret ettiği yer Adalet Bakanlığı'dır. Ben buraya yatırım yapacağım başıma bir iş gelir mi diye. Hukuk bir toplumun oksijenidir. Bu güvenceyi verebildiğiniz takdirde milli imkanlarınızla ülkenize katkı sağlamış olursunuz. Onun için üniversitede hukuk eğitimine biraz daha özen gösterilmesi lazımdır.
"AF, ADALET KAVRAMINI CİDDİ OLARAK AŞINDIRIYOR"
Cumhuriyet kurulalı iki senede bir af çıkmıştır. Öyle olunca devlet itibar kaybediyor, kurumlar aşınıyor. Hak hukuk kavramı aşınıyor. Kanuna nizama uyan adam bunlardan zarar görüyor. Affın tabiatında bir adaletsizlik vardır. Devletin birinci görevi rejim ne olursa olsun teorik olarak adaleti tesis etmektir, af ise adalet kavramını ciddi ölçüde aşındırıyor. Yozgat'ta avukatlık yapıyorum, o zaman idam cezası var. Yerköy'de Topal Rıfat diye bir adam var. Bir ilçemizde kumar oynuyor, ütülüyor, bir taksi tutup köyüne geliyor. Bir annesi ve kız kardeşi var, babası ölmüş. Annesinin yastık altında parası var. Anasından para istiyor. Annesi de 'Ben de para yok' diyor. Uzun bir tartışma çıkıyor, baltayla ahırda annesini kesiyor. Kadıncağızın bağırmasına kız kardeşi yetişiyor. Bu sefer onu da kesiyor.
"SUÇLARKEN DİNİ SAVUNURKEN KANUNU REFERANS ALIYORUZ"
Ben bu davada müdahil vekiliyim. Yargılama yapıldı, idam cezası verildi. Süreç uzadı, çıkan aflar sonucunda Topal Rıfat 7-8 yattı çıktı. Topal Rıfat'ın o ilçede gezdiğini gören insan ne düşündü? Şimdi af sıkıntılı bir mesele. Şimdi ben Hazine arazisini çevirmemişim, kanuna, nizama uymuşum. Birisi orayı çeviriyor, sonra af çıkıyor. Benim 7 ceddimin kazandığından fazla kazanıyor. İslam toplumunda ve bizim toplumumuzda buna dikkat etmek gerekiyor. Birini suçlarken dini referansı esas alıyoruz. Kendimizi savunurken kanunları esas alıyoruz. Kanuni olan herşey ahlâki değildir. Bizimki gibi toplumlarda birilerini suçlarken, ayrıştırken dini esas alarak suçlarız, kendimizi savunurken 'Bunda ne var, kanuna uygun yaptım' diyorsunuz.
"İNSANLAR OKUYARAK DEĞİL BAKARAK KARAR VERİYOR"
Ahlak önemlidir, din ahlaktır. Bu toplumda deizmden şikayet ediyorsak, işin ahlak boyutunu öne çıkarmamız lazım. İnsanlar okuyarak değil bakarak karar veriyor. Biz misal vermek gerekirse 500 sene, bin sene evvelki örnekleri veriyoruz. Siyasetçi toplumun önünde, iş dünyası da önde, dini yapılar, sosyolojik yapılar toplumun önünde. Bu türlü yapıların görevi iyi insan yetiştirmektir. İyi, dürüst, güvenli insan. Bu noktada Türkiye'nin ciddi sıkıntıları var. İki alanda obruk var. Obruk alttaki çekilen suyun sonucu meydana gelen çukurlardır.
"BENİM VE TANIDIĞIM KİŞİLERİN BUNA İHTİYACI YOK"
Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu yeni bir kurum. Ben ununu elemiş, eleğini asmış bir insanım. Ömrün de sonu var, dünyanın da sonu var, yaptığımız hizmetlerin de sonu var. Siyasette seçildiniz, o görev, bu görev, neticede biter. Bugün Meclis'in yüzde 90'ı yenilenmiştir. Bu türlü görevleri önemserim. Yeni kuruldu, bunu hemen başka türlü, yok filancalar parti kuracaklar, oraya gitmesinler vs. dendi. Benim ve tanıdığım kişilerin buna ihtiyacı yok. Ben mesela 91'de aday olmamıştım. Cenab-ı Hak, hak etmediğim halde bana bir sürü imkan verdi. Şimdi buradaki görevi bu sorumluluk içerisinde yapmaya çalışıyorum. Böyle kurullar başka yerlerde de var. Burası adı üzerinde istişare organı. İstişareyi Cumhurbaşkanları yapıyor. O neye ihtiyaç duyuyorsa, bir fikir almak, değerlendirme yapmak ihtiyacı duyuyorsa gündemi kendisi belirliyor. Kuruluş yeni olduğu için, araya virüs girdiği için, yeteri kadar toplantı da yapılamadı.
"ALGILAR DEĞİL OLGULAR ÜZERİNDEN DEĞERLENDİRELİM"
Ben bu işi noktaladığımı söyledim. Bu saatten sonra aktif siyaset anlamında emin olun şu tartışmaların önemli bir kısmını bile bilmiyorum. Birisi bir şey sorarsa araştırıyorum. Dokunulmazlık dosyası mesela, yeminle söylüyorum, içeriğini bilmiyorum. Karar verecek birisi değilim. Bir şeyi tartışacaksak onun bilgisine sahip olmak lazım. Olayları algılar üzerinden değil olgular üzerinden değerlendirmek lazım. Meclis tartışmalarını çoğu zaman takip etmiyorum.
"GRUP KARARINA UYMADIĞIM İÇİN İHRAÇ EDİLDİM"
Olup bitenleri biraz daha acaba nedir ne değildir bununla ilgili tespitlerim oluyorsa ulaştırmam gereken yerlere ulaştırmaya çalışıyorum. Bunu bazen yazılı bazen de randevu alıp gidip söylüyoruz. Türkiye'de şimdi bir şey söylesem, hemen 'daha evvel bunları niye söylemedin' denir. Peki daha önce söylemediğimi nereden biliyorsunuz. Her konuşulan şeyleri jurnallemek mi gerekiyordu? Bu tür genellemelerle Türkiye'de sağlıklı düşünmeyi engelliyor. Bir kısım kul hakkıdır. Haksız yere suçlamalara sebebiyet veriyor. Mesela şu günlerde parti değiştirmelerle ilgili şeyler var. Ben şimdi bir şey konuşacağım, bu kez yine konuşacaklar. Ben Anavatan Partisi'nin kurucusuyum. Grup kararına oy vermedim diye partisinden ihraç edilmiş birisiyim. 23 sene sonra benim o partiden ihraç edildiğimi bilen kaç kişi çıkacak?
"BU ÜLKEYE İYİ HİZMETLER YAPTIĞIMI DÜŞÜNÜYORUM"
Ben parti falan değiştirmedim, partimden ihraç edildim. 8 ay bağımsız kaldım. Tası tarağı topladım, artık gideceğim. Bir başka oluşum meydana geldi. Yeni bir anlayışla, üslupla siyaseten devam edeceğiz dendi ve sonradan AK Parti'nin kurulmasına sebebiyet verdi. Fazilet Partisi kapatıldı sonra AK Parti oldu. Şimdi ben parti mi değiştirdim? Öyle siyasetçiyi hemen suçlamamak lazım. Ben bu ülkede iyi hizmetler yaptığımı da düşünüyorum. Aile politikası ilk defa 6. 5 Yıllık Planla hayata girdi. Birçok yasal düzenleme yaptık. Bunu tek başıma yapmadım. Hükümetlerimizin, Meclis grubunun desteğiyle yaptım.
"TÜRKİYE'DE HALEN ÜÇ ALANDA KAYIT DIŞILIK VAR"
Geriye dönük değerlendirme yaptığımda 28 Şubat sürecinden beri Türkiye'de üç şeye dikkat çektim. Bugün halen bile Türkiye'de üç alanda kayıt dışılık var. Birisi ekonomide. Bunca çabaya rağmen ekonomimizin en az üçte biri kayıt dışı. Daireyi 1 milyondan satarsın tapuda 300 binden gösterirsen mesela. Efendim petrol üzerinde şu kadar vergi var. Doğru ama, Mercedes'e biniyor asgari ücretten vergi veriyor, nasıl olacak bu iş? Mesela rahmetli Özal'ın fiş toplaması olabildiği kadar doğrudan vergiyi arttırabilmek için. Buna rağmen pazarlıklar yapıldı. Bir tarihte ayakkabı almaya gitmiştim eşimle. Vatandaş beni bilmiyor. Esnaf 'abi fiş istiyor musun' dedi. 'Fiş istersen şudur, istemezsen budur' dedi. 'Abi yolda maliyeciye rastlarsan, değiştirmeye getirdim de' dedi.
"MİLLETVEKİLİ TRANSFER HAVUZU OLUŞTURULMUŞTU"
Kayıt içerisinde siyaset yapanlar var, bunlar siyasi partilerdir. Anayasa mahkemesi denetler, kongresi vs.dir. Bunun dışında başka siyaset yapanlar var, kayıt içindekilerinden daha önemlidir. Bir tanesi anayasal kurumlardır. 27 Nisan muhtırası ne hakla veriliyor? Genelkurmay Başkanının siyaset yapma hakkı var mı? Yargı büyük ölçüde kayıt dışı siyasetin unsuru olmuştur. Ben boşanma davasına bakan hakimi kastetmiyorum. Anayasa Mahkemesi, Danıştay mesela. 367 kararı kayıt dışı siyasettir. Mesela meslek kuruluşları var. Mesela 'Beşli Çete' diye kitaplar yazdılar. Türkiye'de sermaye grupları vardır. Eskiden İstanbul Dükalığı denirdi bunlara. Bir çeteci, kumpas mantığıyla çalışırlar. Milletvekili transferi için havuz oluşturulmuştu. Bunun bedelini devlet çok ödedi. O havuza para yatıranlar özelleştirmede vurgunu vurdular. Kayıt dışı sosyolojik gruplar var, dini gruplar var. FETÖ bunlardan biriydi.
"DİNİ GRUPLARIN TALEPLERİ OLABİLİR AMA..."
Ben bunu söylediğimde somut olarak söylemekte zorluk vardı. Dini grupların talepleri olabilir siyasi iktidardan. Özgürlük talebi olur vs. Bunun ötesinde devlet yönetmeye kalktığı takdirde bu kayıt dışı siyasettir. Vatandaşa ben hesap veriyorum. Öbürü benden daha etkili olabiliyorsa. İstihbarata sızdı, öte tarafa, beri tarafa sızdı, kayıt içi siyasetin elini ayağını bağladı. Türkiye'nin önemli meselelerinden bir tanesi üç alanda şeffaf olması lazım. Siyasetçi bu toplumun ortalamasıdır. Siyaset yapan insanlar bu toplumun ne en kötü ne de en iyi insanlarıdır.
"AKLINIZA, VİCDANINIZA VE CÜZDANINIZA SAHİP OLUN"
Nasihat dediğimiz şey en bedava bilgidir. Karşılığında ödenmiş büyük bedeller vardır. Belli ki Türkiye'de birtakım sıkıntılar var. İleride ütüldük, kandırıldık, başımıza şu iş geldi, devlet nerede diye bağırmak istemiyorsak aklınızı, vicdanınızı, cüzdanınızı kimseye vermeyin. Hayır hasenat yapın ama hesabını sorun. FETÖ meselesi böyle. Verilen paralar gitti ABD'de seçim kampanyalarında kullanıldı, rüşvet olarak verildi, bu çok açık. Herkesi dinleyin ama hiç kimseyle mümkünse kavga etmeyin. Doğrunun bir tek köşesi yok. Bugün doğru dediğiniz şeyler yarın yanlış olabiliyor. Bu yanlış dediğiniz yarın doğru olabiliyor. Sakın gençler kavga etmesin. Önde gelen devletlerin bu ülke için maraza çıkarmak istedikleri alan üniversitelerdir. Biz bunları yaşadık. Aklı verdiler ekmeği vermediler. Hayatlarını kaybeden insanlarımız oldu. Yumruğunuzu sıkmayın, el sıkın.