AYM Başkanı Zühtü Arslan'dan kritik açıklama: '1984' romanını hatırlattı
"İçinde yaşadığımız internet çağında kişilerin özel hayatının korunması çok daha zorlaşmıştır" diyen AYM Başkanı Zühtü Arslan, George Orwell'in 1984 romanına atıf yaptı: "Bugün yaşasaydı, 'küresel büyük birader'in ortaya çıktığını görmekten dolayı dehşete düşerdi."
Anayasa Mahkemesi'nde (AYM) "Mesleki Hayat Bağlamında Özel Hayata Saygı Hakkı" konulu sempozyum düzenlendi.
Sempozyumunun açılışında konuşan AYM Başkanı Zühtü Arslan, hukuku uygulamakla ve adaleti tesis etmekle görevli olan yargı mensuplarının şiarının akıl, ahlak ve adalet olması gerektiğini söyledi. Arslan, "Akıl iradeyi, bağımsızlığı, düşünme ve bilgi sahibi olma kapasitesini ifade eder. Yargı mensubu aklını kullanmak zorunda olan kişidir. Bu nedenle hâkim ve savcılar, sadece akıllarını kullanırlarken cesarete ihtiyaç duyabilirler. Kant'ın belirttiği üzere kendi aklını kullanmaya cesaret edemeyenler, vesayet altında kalmaya mahkumdur. Vesayet altındaki yargısal akıl ise adaleti tesis edemez. Bunun en canlı ve yıkıcı örneğini ülkemizi 15 Temmuz darbe girişimine götüren süreçte yaşadık. Akıllarını ve vicdanlarını başkalarına teslim edenlerin yaptıkları ve yaşattıkları hukuksuzluklara hep birlikte şahit olduk" dedi.
'HUKUK DIŞI ARAYIŞLAR KAÇINILMAZ OLUR'
Arslan, iki hafta sonra 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü'nün 5'inci yılını idrak edeceklerini hatırlatarak, "Bu meşum darbe teşebbüsünden çıkarılması gereken en önemli derslerden biri, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının ve bunun yanında yargı mensuplarının sadece hukuka bağlı kalarak karar vermelerinin sağlanmasının demokratik hukuk devletinin geleceği bakımından hayati derecede önemli olduğu gerçeğidir. Hukuk ve adalet açığı bir ülkenin geleceği bakımından her türlü açıktan daha tehlikelidir. Zira bu açık, temeli adalet olması gereken devlete yönelik toplumsal güveni ve inancı zedeleyecektir. Önemle vurgulamak gerekir ki, hukuk devletinde adaletin yegane adresi mahkemelerdir. Mahkemelerin adalet arayışına cevap veremediği, bağımsız ve tarafsız yargılama ilkelerine uygun şekilde uyuşmazlıklara çözüm üretemediği bir yerde hukuk dışı arayışların ortaya çıkması kaçınılmazdır" diye konuştu.
'ORWELL YAŞASAYDI DEHŞETE DÜŞERDİ'
Arslan, dünyanın hemen her yerinde en çok tartışılan konuların başında özel hayatın korunmasının geldiğini söyledi. Arslan, insanların toplu olarak yaşamaya başlamasından ve devletin ortaya çıkışından itibaren mahremiyetin korunmasının oldukça önemli hale geldiğini vurgulayarak, şunları ifade etti:
"Devlet bir yönetim tekniği olarak baştan beri bireylerin özel hayatını gözetim altında tutma eğiliminde olmuştur. Başka bir ifadeyle devletin gözü daima bireylerin üzerindedir. İçinde yaşadığımız internet çağında ve gözetim toplumunda kişilerin özel hayatlarının korunması çok daha zorlaşmıştır. Buna paralel olarak da özel hayata saygı hakkını korumaya yönelik anayasal ve yasal güvencelerin etkili bir şekilde hayata geçirilmesi çok daha önemli hale gelmiştir" dedi.
ngiliz George Orwell, 1984 adlı romanında distopik bir dünyanın korkutucu tasvirini yapmıştır. Orwell gözetimin bir anlamda içselleştirilmesini şöyle dile getirmiştir: 'Çıkardığınız sesin işitildiği, karanlıkta olmadığınız sürece, her hareketinizin izlendiği varsayımı, içgüdüsel bir alışkanlık haline dönüşmüştü, bununla yaşamanız gerekiyordu- yaşıyordunuz'. Orwell’e göre 'büyük birader' iktidarının en etkili gözetleme aracı televizyondur. Televizyonun “hem alıcı hem verici olarak kullanılmasını sağlayan teknik gelişmeler, özel hayata son verdi”. Orwell, kitabını tamamladığı 1948 yılından iki yıl sonra, yani internetin ve akıllı cep telefonlarının icadından çok önce aramızdan ayrıldı. Bugün yaşasaydı, kitabında tasvir ettiği distopik dünyanın kusursuz şekilde gerçekleştiğini, hatta aşıldığını hayretle gözlemlerdi. Muhtemelen de dijital çağ olarak ifade edilen bugünlerde neredeyse adım başı rastlanan kameralarla karanlıkta olanları bile izleyebilen, yazılımlarla konumları takip edebilen, görünmeden gören, her yerde hazır ve nâzır bir 'küresel büyük birader'in ortaya çıktığını görmekten dolayı dehşete düşerdi."
4. Yargı Paketi Meclis'ten geçti!
'ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNE DOKUNULAMAZ'
Arslan, Anayasa'nın 20'nci maddesine göre herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğunu vurgulayarak, "Anayasa koyucu 'Özel hayatın gizliliğine dokunulamaz' şeklinde kesin bir dille özel hayatın mahremiyetinin önemine işaret etmiştir. Anayasa Mahkemesi gerek norm denetiminde gerekse bireysel başvuruda, eksiksiz bir tanımı bulunmayan 'özel hayat' kavramının kişiye ait oldukça geniş bir alanı kapsadığını belirtmiştir. Gerçekten de kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasından, kişisel verilerinin işlenmesine, başkalarıyla mahrem ilişkilerinden mesleki hayatına müdahalelere kadar bir dizi konu özel hayata saygı kapsamına girmektedir. Özel hayata saygı hakkı, bir yandan kişinin istenmeyen tüm müdahalelerden uzak, kendine ait mahrem alanda yaşama hakkına işaret etmekte, diğer yandan da kişiliğini serbestçe geliştirmesine yönelik birçok hukuki menfaate dikkat çekmektedir" diye konuştu.
'SADAKAT YÜKÜMLÜLÜĞÜ ÖNEM TAŞIMAKTADIR'
Zühtü Arslan, özel hayata saygı hakkının kapsamına giren konulardan birinin de kişilerin mesleki hayatlarını etkileyen müdahaleler olduğunu kaydederek, şöyle konuştu:
"Anayasa Mahkemesi bu konuda yapılan bazı müdahaleleri Anayasa’nın 20'nci maddesi kapsamında incelemektedir. Kuşkusuz müdahalenin meşru amacı tespit edilirken Anayasa’nın diğer maddeleri de dikkate alınmaktadır. Bu kapsamda bilhassa Anayasa’nın 129'uncu maddesinde belirtilen 'sadakat' yükümlülüğü önem taşımaktadır. Bu madde gereğince memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdür. Dolayısıyla devlet, sadakat yükümlülüğüne aykırı davranan kamu personeli hakkında idari tedbirler alabilmektedir. Bu yükümlülüğün gereklerini devlet hem kamu hizmetine alma hem de bu hizmetten çıkarma sürecinde değerlendirme yetkisine sahiptir. Anayasa Mahkemesi, 2019 yılında verdiği bir kararında kamu görevlilerinin anayasaya sadakat ve devlete bağımlılık yükümlülüğünün, bilhassa devleti temsil eden ve millî güvenlik bakımından hassasiyet içeren bazı kamu görevlerine atanacak kişiler bakımından daha sıkı nitelikler aranması ve birtakım sınırlamaların getirilmesini gerektirebileceğine hükmetmiştir. Sonuç olarak, özel hayata saygı hakkının ve mahremiyetin güvence altına alınması, bireyin maddi ve manevi varlığının, özerklik ve özgürlüğünün korunması ve geliştirilmesi bakımından son derece önemlidir. Bunun yanında unutmamak gerekir ki, temel hak ve özgürlüklerin korunduğu, hukuk güvenliğinin sağlandığı bir hukuk devleti aynı zamanda refah devletinin de olmazsa olmaz şartıdır."