This browser does not support the video element.

Adli Yıl Açılış Töreni'nden önemli mesajlar!

Adli Yıl Açılış Töreni'nde konuşan TBB Başkanı Metin Feyzioğlu, HSK'nın yapısının yeniden düzenlenmesini isterken, Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit AB'ye, Cumhurbaşkanı Erdoğan ise törene katılmayan barolara tepki gösterdi.

Son Güncelleme:

Beştepe'deki Millet Kongre ve Kültür Merkezi'nde 2019-2020 Adli Yıl Açılış Töreni düzenlendi.

METİN FEYZİOĞLU

Törenin açılış konuşmasını yapan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, "Türkiye'nin normalleşme sürecinde Hakimler ve Savcılar Kurulunun yapısının kuvvetler ayrılığını tam olarak sağlayacak şekilde Meclisimizde uzlaşma ile yeniden düzenlenmesini öneriyoruz." dedi. 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'ndeki sözlerini hatırlatan Feyzioğlu, "Bizim için vatan söz konusu ise gerisi teferruattır." ifadesini kullandı. 

Vatandaşların, avukatların sorunlara ilişkin kendilerinden beklentilerinin bulunduğunu aktaran Feyzioğlu, bu sorun ve beklentilerin birbirinden farklı ve bağımsız olmadığını dile getirdi. 

Feyzioğlu, Yargı Reformu Strateji Belgesinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Adalet Bakanı Abdulhamit Gül'ün destekleriyle, her kesimin katkısıyla hazırlandığını belirtti. 

Belgede sorunların önemli kısmının çözümüne yer verildiğine işaret eden Feyzioğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:  "Türkiye Barolar Birliği hiçbir siyasi partinin muhalifi veya destekçisi değildir. Yargı erkinin üç eşit kurucu unsurundan savunmayı temsil eder. Yargı Reformu Strateji Belgesi, Türkiye Barolar Birliğinin etkin katılımıyla hazırlanmıştır. Reform paketleri süratle çıkarılmalı ve hızla uygulamaya geçirilmelidir." 

Kadına ve çocuğa yönelik şiddetle hep birlikte mücadele edilmesi gerektiğini vurgulayan Feyzioğlu, ilk tokatın, ilk şiddet eyleminden itibaren mağdurun yanında onu sarıp sarmalayacak bir avukatın bulunmasının sağlanması gerektiğini söyledi. 

Feyzioğlu, bu konunun partiler üstü olduğunu, herkesin kendi üzerine düşeni yaptığında çözüm sağlanacağına değindi. 

"ZOR BİR SINAV OLMALI" 

Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde yer alan hedef ve amaçları anlatan Feyzioğlu, "Hukuk alanındaki mesleklere giriş sınavı bir an önce getirilmelidir. Bilgiyi ölçen, zor bir sınav olmalıdır. Böylece hukuk fakültelerinin eğitim öğretim seviyelerini çağın gereklerine uygun hale getirmeleri sağlanacaktır." değerlendirmesinde bulundu. 

Mevcut hukuk fakültelerinin arzu edilen seviyeye gelinceye kadar yeni hukuk fakültesi açılmamasını öneren Feyzioğlu, hakim ve savcı yardımcılığı müessesinin de getirilmesi gerektiğini bildirdi. 

Metin Feyzioğlu, hakim ve savcı adayları dahil olmak üzere personel alımlarındaki mülakatlara disiplin getirilerek, kamera kaydına alınması tavsiyesini de sundu. İstinaf mahkemelerinin kararlarının daha büyük bölümünün Yargıtay denetimine açılması gerektiğine dikkati çeken Feyzioğlu, Yargıtayın içtihat mahkemesi özelliğinin güçlendirilmesi gerektiğinin altını çizdi. 

Feyzioğlu, vatandaşların üzerindeki avukatlık hizmetinden kaynaklanan KDV yükünün azaltılması gerektiğini bildirdi. 

Stajyer avukatlara, avukat yanında ücretli ve sigortalı çalışma imkanı getirilmesini isteyen Feyzioğlu, uyuşmazlıkların doğmadan önlenmesini hedefleyen koruyucu avukatlık uygulamalarının da geliştirilmesini talep etti. 

"İş uyuşmazlıklarında dava şartı olan arabuluculukta işçinin yanında avukatı olmadan müzakereye katılmasını adalet ve sosyal devlet ilkesi karşısında yanlış buluyoruz." diyen Feyzioğlu, talep eden her işçiye maddi durum araştırması yapılmaksızın baro tarafından avukat görevlendirilmesini düşündüklerini anlattı. 

" HSK ÜYESİ KONTENJANI TANINMASINI ÖNERİYORUZ"

Yargı Reformu Strateji Belgesi'nin, doğru olduğunun, kalıcı çözümlere odaklandığının altını çizen Feyzioğlu, belgenin en çoğulcu katılımcı anlayışla hazırlandığına dikkati çekti. 

Feyzioğlu, belge kapsamında hazırlanacak ilk paketin TBMM’de kanunlaşmasının önemli olduğuna işaret etti. 

Türkiye'nin Fetullahçı Terör Örgütünün 15 Temmuz 2016'daki darbe girişiminde iç savaşa sürüklenmek istendiğini belirten Feyzioğlu, milletin bunu tek yumruk olarak önlediğini ifade etti. 

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu, şunları kaydetti: "Türkiye'nin normalleşme sürecinde Hakimler ve Savcılar Kurulu'nun yapısının kuvvetler ayrılığını tam olarak sağlayacak şekilde Meclisimizde uzlaşma ile yeniden düzenlenmesini öneriyoruz. Önerimiz somuttur, Hakimler ve Savcılar Kurulu üyelerinin yarısını Meclisimizin, 3/5 gibi nitelikli bir oyla, dolayısıyla yüksek bir uzlaşma seviyesiyle belirlemesidir. Bu durumda uzlaşma kaçınılmaz olarak liyakat temelli olacaktır. Kalan üyelerin de Yargıtay ve Danıştay genel kurullarında yine nitelikli oyla belirlenmesini öneriyoruz. Türkiye Barolar Birliği Genel Kuruluna da belli sayıda aynı yöntemle seçeceği HSK üyesi kontenjanı tanınmasını öneriyoruz. Elbette önerimizi tüm yönleriyle tartışmaya hazırız. Çünkü Türkiye’nin ortak akla konuşarak ve tartışarak ulaşabileceğini biliyoruz."

YARGITAY BAŞKANI İSMAİL RÜŞTÜ CİRİT:

Yeni adli yılı; hukuk, demokrasi ve insan hakları bakımından başarılı geçmesi, milletimize ve tüm insanlığa hürriyet, adalet ve barış getirmesi dileğiyle açıyorum.

Geçmiş yıllarda kaybettiğimiz fedakâr meslektaşlarımızı,başta şehit Cumhuriyet Savcımız Mehmet Selim Kiraz olmak üzere tüm yargı şehitlerimizi, aziz vatanımızı korumak için canlarını veren kahraman güvenlik güçlerimizi ve 15 Temmuz 2016 tarihindeki hain darbe teşebbüsü sırasında hayatlarını kaybeden demokrasi şehitlerimizi saygı ve rahmet ile anıyorum. Vazifelerini hukuka ve Türk Milletine sadakatle yerine getirip, görevlerinden ayrılan çok kıymetli meslektaşlarımıza bundan sonraki yaşamlarında sağlık, esenlik ve mutluluklar dileyerek teşekkür ediyorum.

 Kahraman ordumuzun tarihe altın harflerle yazdığı 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyor, Türkiye Cumhuriyetini kuran ve bizlere emanet eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman silah arkadaşları ile aziz şehitlerimizi şükran ve minnet duygularımla anıyorum.

Adli yılın açılışına ilişkin bu tören, geleneksel olarak Yargıtay ile Ülkemizdeki adalet sistemi hakkında önemli konuların toplumun bilgisine sunulduğu bir etkinliktir. Bundan önceki adli yıl açış konuşmalarında olduğu gibi bu yıl da adalet sistemine ilişkin Yargıtayın kurumsal görüşlerini şeffaf bir şekilde paylaşacağım.

"EN GELİŞMİŞ HUKUK SİSTEMİ HAKLARI EN ÇOK KORUYANDIR"

Hâkimler olarak bizler, Anayasanın 9’uncu maddesi uyarınca, her türlü egemenliğin kaynağı olan yüce Türk Milletinden doğrudan aldığımız yargı yetkisini kullanıyoruz. Bu sebeple, Yargıtay Başkanı sıfatıyla beşinci ve son adli yıl açış konuşmamı yaparken, birlikte çalışmaktan büyük onur ve mutluluk duyduğum mesai arkadaşlarımla bu süre içerisinde neleri başarabildiğimizi ve neleri başaramadığımızı gerekçeleri ile birlikte açıklamak istiyorum. Son yıllarda adalet sistemine yerleştirmek amacıyla yoğun çaba gösterdiğimiz “şeffaflık” ve “topluma karşı hesap verebilirlik” ilkelerinin bir gereği olarak, üstlendiğimiz kamuya ait bu emaneti nasıl kullandığımızı sizlerin ve Yüce Türk Milletinin önünde izah etmeyi bir sorumluluk olarak görüyorum.

 Hukuk ihtiyacı, insanlık tarihi kadar eski olup düzen fikrine dayanır. Bir hukuk düzeni kurmak, en basit ifadeyle güçlülerin zayıfları istismar etmesine mani olmaktır. Hukuk sistemi, hakların normatif düzeyde korunması ile oluşturulur. Bu sebeple en gelişmiş hukuk sistemi, hakları en çok koruyandır.  

Günümüzde, toplumların gelişmişlik düzeyleri; ekonomik ve siyasi bakımdan elde edilen başarılardan çok, insan haklarına duydukları saygı ile ölçülmektedir. İyi işleyen bir yargı sistemi ile insan haklarının korunması arasında çok yakın bir ilişki vardır. Saygın bir mesleğin üyesi olarak biz hâkimler, her gün ciddi seviyede güç kullanıyoruz. Kullandığımız bu kamusal gücün, huzurumuza gelen insanların hayatlarında çok ciddi etkileri olmaktadır. Yargının kullandığı kamusal gücün, dürüstlüğü, becerisi veya şahsi standartları tartışmaya açık bir kişi tarafından kullanılmasını hiç kimse istemeyecektir. Bu sebeple, insan haklarının korunması, yüksek mesleki ve kişisel yeteneklere sahip, yargı mensuplarının varlığına bağlıdır.

Yargının, siyasal gücü elinde bulunduran yasama ve yürütme organı başta olmak üzere, tüm güç odakları karşısında bağımsız olması hukuk devletinin değişmez ilkesidir. Kişi hak ve özgürlüklerinin temel güvencesi olan bağımsız yargı yoksa, hukuk devletinin varlığından söz edilemez. Adalet arayan herkesin sığınacağı en son merciin bağımsız, tarafsız ve adil işleyen yargı sistemi olduğu daima hatırlanmalıdır.

 Bilindiği üzere, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandum ile gerçekleştirilen Anayasa değişikliğinin ardından 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri sonucunda Türkiye’de hem kanuni hem de fiili olarak “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak adlandırılan yeni hükümet sistemine geçilmiştir. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesiyle birlikte, parlamenter sistemden farklı bir kuvvetler ayrılığı da gündeme gelmiştir. Yargının tarafsızlık özelliği güçlendirilerek, yargının denge ve denetleme görevi kuvvetlendirilmiştir.

 1982 Anayasasının birçok maddesinin değiştiği, bu Anayasayı topluma dayatanların yargılandığı bir dönemde, toplumun bütüncül ve tutarlı yeni bir Anayasa oluşturulmasına ilişkin haklı beklentisine siyasilerin uzlaşma ile bir karşılık vermeleri gerekir.

İSTANBUL BİLDİRGESİ

Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından kamuoyuna açıklanan Yargı Reformu Stratejisinde öngörülen dokuz amacın tam anlamıyla gerçekleştirilmesinin, adalet sistemimizin daha da güçlenmesine önemli katkılar sağlayacağı şüphesizdir. Bu bağlamda hakimlerin coğrafi teminatının olması, yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi açısından olumlu bir adımdır. Özellikle, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yargıda şeffaflık, savunma hakkının etkin kullanılması, adalete erişimin güçlendirilmesi ve yargıda verimliliğin artırılması, her zaman ve her yerde önemini koruyan temel başlıklardır. Yargı Reformu Stratejisindeki gerçekleştirilmesi taahhüt edilen reformların, başta İstanbul Bildirgesinde öngörülenler olmak üzere uluslararası standartlara uygun şekilde ve kısa süre içinde uygulamaya geçmesini bekliyoruz.

Hepimizin bildiği üzere yargı bağımsızlığı ve iyi işleyen bir adalet sistemi, bütçe ve kanun çıkarma konuları da dahil olmak üzere birçok unsurun bir arada olması ile sağlanabilir. Ancak, bu unsurların tam olarak gerçekleştirilmesi bazı hallerde yasama ve yürütme organlarının konu ile ilgili tutumlarına bağlıdır. Özellikle de yargıya ilişkin konuların ön yargısız ortamlarda, şeffaf şekilde ve demokratik bir katılımla tartışılması, sorun çözme kapasitemizin gelişmesi bakımından son derece önemlidir. Çatışma ve kavga, kurumsal ve toplumsal diyalogun yerine geçerse, çözümü kolay birçok teknik sorun, üst politik tartışmalara sıkışarak çözümsüz kalır. Bu sebeple, adli yıl açılışlarının halkın huzurunda, tüm tarafların katılımı ile şeffaf ve demokratik şekilde yapılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yapıcı ve uzlaşmacı tutumumuza destek olan Türkiye Barolar Birliğine ve davetimizi kabul eden barolarımıza şükranlarımı sunuyorum.

AB RAPORU

Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik, insan haklarına saygılı ve millet egemenliğine dayalı bağımsız ve egemen bir hukuk devletidir. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ve egemenliğin hangi esaslara dayalı olarak kullanılacağı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 6’ncı maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Hiçbir kimsenin veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı aynı maddenin son fıkrasında vurgulanmıştır. “Yargı Yetkisi” başlıklı Anayasanın 9’uncu maddesinde de “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.” hükmü yer almaktadır.

Bağımsız yargı, Cumhuriyetimizi ve devletimizi ayakta tutan temellerden biridir. Bu temelin sarsılması, kaba kuvvetin ve anarşinin doğmasına, toplumsal barışının bozulmasına ve nihayetinde demokrasinin ortadan kalkmasına yol açar. 

Türk Milleti adına kullanılan asli, hukuki ve mutlak egemenliğin, devlet içinde veya dışında herhangi bir kudrete ya da otoriteye bırakılması, egemenliğin sonu olur. Türk yargısı bu gerçeğin bilincindedir. Gerek yurt içinden gerekse yurt dışından, üst düzey siyasi kişiliklerin devam eden soruşturmalara ve davalara ilişkin beyanları, haklı gerekçeleri olsa bile belli bir yönde karar vermeleri için mahkemelere çağrıda bulunmaları veya açıklamalar yapmaları, adil yargılama hakkını güvence altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6’ncı maddesindeki “bağımsız ve tarafsız mahkeme” fikriyle bağdaşmamaktadır.

Avrupa Birliği Komisyonunun 29/5/2019 tarihli Türkiye Raporunda “2016 darbe girişiminin ardından Hâkim ve Savcıların %30’unun ihraç edilmesi ve görevden uzaklaştırılması neticesinde Türk yargısının bağımsızlığına ilişkin endişeler devam etmektedir.” ifadesine yer verilmiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından FETÖ/PDY Terör Örgütündeki faaliyetleri sebebiyle eski yüksek yargı üyelerine yönelik soruşturmalar kapsamında 178 kişi hakkında fezleke düzenlenmiş, bunlardan 175 kişi hakkında dava açılmıştır. Bu davalardan bir kişi beraat etmiş, bir kişi hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş, 106 kişi mahkum olmuş,67 kişi hakkında ise yargılamalar devam etmektedir. İlk derece mahkemelerinde görev yapan Hâkim ve Savcılardan 4561 kişi hakkında soruşturma açılmış, bunlardan 3495 kişi hakkında dava açılmıştır. Bu davalardan 534 kişi beraat etmiş,1344 kişi mahkum olmuş, 1617 kişi hakkında ise yargılamalar devam etmektedir. Böylesine ağır ve önemli suçlardan mahkum olmaları sonucu cezaevinde bulunan, soruşturmaları devam eden eski yüksek mahkeme üyeleri ve derece Hâkim ve Savcılarının ihraç edilmesi ya da görevden uzaklaştırılması zorunludur. Çağdaş hukuk sistemlerinde bunun dışında bir seçenek olamayacağını bilmek için hukukçu olmaya da gerek yoktur.

AB'NİN TUTUMU SKANDALDIR, İLERLEME RAPORU KAĞIT PARÇASINA DÖNÜŞMÜŞTÜR

Durum bu kadar açık iken “yargı bağımsızlığı” kavramını, “terör örgütüne bağlılık” olarak anlayan İlerleme Raporundaki bu ifadeler, söz konusu raporu değersiz bir kağıt parçasına dönüştürmüştür. Siyasi bir organ olan Avrupa Birliği, hangi hukuk anlayışıyla ve nasıl bir meşru gerekçeyle kendisini Türk Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerine koymaktadır? Bu konuda Strazburg organlarının standartları ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatları son derece açık, net ve tutarlıdır. Avrupa Birliğinin yargıya yapmış olduğu bu siyasi müdahale girişimi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görev yapan hakimlerin bağımsızlığını ve tarafsızlığını da gölgelemiş, ileride verilmesi muhtemel kararları şimdiden tartışmalı hale getirmiş ve yargı bağımsızlığına ağır bir darbe vurmuştur. Avrupa Birliğinin bu tutumu, hukuk derslerinde okutulacak türden tam bir “skandal”dır.  

"AT GÖZLÜĞÜYLE HAZIRLANAN BİR RAPOR"

Avrupa Birliği raporunda, etik ve şeffaflık üzerinde durulurken, Yargıtayın bu alanda gerçekleştirdiği ve dünyadaki adalet politikalarını dahi etkileyecek nitelikteki çalışmaları görmezlikten gelinmiştir. Yargıtayın ev sahipliğinde gerçekleştirilen çalışmalar sonucunda ve yine Yargıtayın girişimiyle Birleşmiş Milletlere üye tüm devletler tarafından kabul edilen yargıda şeffaflığa ilişkin ilk ve tek kapsamlı metin olan İstanbul Bildirgesinin dikkate alınmaması, söz konusu raporun at gözlüğüyle hazırlandığının en somut örneğidir. Diğer yandan, Yargıtay tarafından oluşturulan ve şu an için Avrupa Bölgesi de dahil olmak üzere tüm dünyada en yüksek standartları temsil eden “Yargıtay Yargı Etiği Sistemi” ve Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından kabul edilen Hakim ve Savcıların uymaları gereken etik kuralları kapsayan “Türk Yargı Etiği Bildirgesi” de görmezden gelinmiştir. Her yıl “yargı etiğini” eleştiri konusu yapan Avrupa Birliğinin, yargı etiğine ilişkin bu gelişmelere yer vermeyen raporu, tutarsızlık ve önyargı başta olmak üzere en temel etik ilkelere aykırılıklarla sakat hale gelmiştir. Sonuç olarak, uluslararası alanda Türk yargısına yönelik karalama kampanyasının bir parçası olan rapordaki ifadeler, Avrupa Birliğinin Türk yargısı ve kamuoyu önünde itibar kaybetmesine yol açmıştır.    

"ÇİRKİN BİR PROPAGANDA"

Öte yandan küresel olarak, çeşitli güç odakları tarafından Türk yargısına yönelik olumsuz algı oluşturma çabaları sistematik bir şekilde sürdürülmektedir. Dünya Ekonomik Forumunun 2018 yılı Küresel Rekabetçilik Raporunda Türkiye’deki yargı bağımsızlığı 111’inci sırada gösterilmiş, bu konu yazılı ve görsel basında yer almıştı. Söz konusu raporda, idam cezalarının günlük yaşamın bir parçası haline geldiği Mısır 29’uncu sırada, Cemal Kaşıkçı cinayetini dünyanın gözü önünde örtbas etmeye çalışan Suudi Arabistan ise 24’üncü sırada yer almıştır. Sadece bu iki örnek dahi, raporu hazırlayanların hukuk anlayışlarını ve Türk yargısı hakkında uluslararası alanda nasıl kirli ve çirkin bir propaganda yürütüldüğünü göstermeye yeterlidir. 

YARGITAY STRATEJİK PLANI

2015 Yılı İlk Adli Yılı Açılış Konuşmamda “Gelecek yılki adli yıl açılış konuşmasında yine birlikte olabilirsek, o zaman ülkemiz açısından sorunlu alanlardan doğan risklerin büyük ölçüde kontrol altına alındığını ve daha iyi bir adalet sistemine doğru hızlı ilerlediğimizi ifade etmek arzusunu ve ümidini taşıdığımı belirtmek isterim demiştim. Bunun üzerine mesai arkadaşlarımla birlikte şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri çerçevesinde, düzenlediğimiz bilimsel toplantılarla adalet aktörlerinin ve değerli akademisyenlerin görüşlerinden de yararlanarak 2015-2019 Yargıtay Stratejik Planını hazırladık. Bu stratejik planımıza göre adli yargının etkinliği ve verimliliği ile istinaf süreci hakkında yaptığımız çalışmalara ilişkin değerlendirmelerimi paylaşmak istiyorum.

BÖLGE ADLİYE MAHKEMELERİ

Ülkemizde 1924 yılında kaldırılan, 2004 yılında 5235 Sayılı Kanun ile kurulan ve aradan 10 yıl geçmesine rağmen faaliyete geçirilemeyen istinaf sisteminin çağdaş bir yargı sistemi için zorunlu olduğu bilinciyle, bu konudaki çabalarımızı yoğunlaştırdık. Nitekim, 20 Temmuz 2016 tarihinde, bölge adliye mahkemeleri faaliyete başlamıştır. Üç yıl önce faaliyete geçen istinaf sistemi, arzuladığımız hedefleri hangi ölçüde yerine getirmiştir? Bu soruya açık bir cevap vermek zorundayız.

1.Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesindeki temel amaçlardan biri Yargıtaya gelen aşırı iş yükünün azaltılması suretiyle Yargıtayın tam bir içtihat mahkemesi haline gelmesinin sağlanmasıydı. 2015 yılı sonu itibarıyla Yargıtaya gelen toplam dosya sayısı 1.004.281 iken, bu sayı ilk derece mahkemelerinde artan dava yüküne rağmen, 2018 yılı sonu itibarıyla toplam 276.379’a düşmüştür. Bazı hukuk daireleri şu an postaya çalışır hale gelmiştir. Postaya çalışan daire başkanlarına ve üyeleri ile tetkik hâkimlerine teşekkür ediyorum. Ceza dairelerinde ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında ise arşivlerde bekleyen dosyaların tamamen bitirilebilmesi için iki yıla daha ihtiyaç bulunmaktadır.

"27 ve 36'NCI MADDELER GERİ GETİRİLMELİDİR"

2.Bölge adliye mahkemeleri, karanlık FETÖ örgütünün hain darbe teşebbüsüne kalkışmasından 5 gün sonra, 20 Temmuz 2016’da faaliyete geçmiştir. Mevcut Hâkim ve Savcıların 1/3’ünün FETÖ ile irtibatları sebebiyle meslekten atılmasının iki sonucu olmuştur. Birincisi, istinaf için planlanan kıdemli Hâkim ve Savcı temininde zafiyet meydana gelmiştir. Bu açığın kapatılması amacıyla Yargıtayda görev yapan kıdemli ve nitelikli 572 Hâkim, başta bölge adliye mahkemeleri olmak üzere Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Teftiş Kurulu Başkanlığı gibi Yargıtay dışında farklı ve önemli görevlere atanmışlardır. Bu arkadaşlarımız, yargının yeniden inşa edilmesine son derece önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Buna bağlı olarak gelişen ikinci sonuç ise bu süreçte Hâkimleri başka görevlere atanan Yargıtayda meydana gelen verimlilik kaybıdır. 2015 yılında 938.005 karar veren daireler, yaklaşık olarak aynı tetkik hâkimi sayısı ile 2018 yılında 511.508 karar vermiştir. Yargıtayda %45’lik bir verimlilik kaybı yaşanmıştır. Yargıtayda verimliliğin bu şekilde azalması, adli yargı sistemindeki genel iş yükü ile mücadelede önemli bir zafiyete yol açmıştır. Bunun en önemli sebebi, daha önce meslekte 5 yıllık kıdeme sahip tetkik hâkimlerinin Yargıtayda görev yapmasına rağmen, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesinden sonra stajdan kurayla ya da meslek kıdemi 5 yıldan az tetkik hâkimlerinin Yargıtaya atanmasıdır. Bu durumun bir an önce düzeltilmesi amacıyla Yargıtay tetkik hâkimliğine ya da Yargıtay tetkik hâkimliğinden başka bir göreve yapılan atamalarda Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun bağlayıcı görüşünün alınması zorunlu olmalıdır. Yargıtay Kanununun kaldırılan 27 ve 36’ncı maddeleri yeniden geri getirilmelidir. İki yıldan beri Adalet Bakanlığı nezdinde sürdürülen yoğun çabalarımızdan bir sonuç alınamamıştır. Bu durum makul sürede yargılama dahil olmak üzere adil yargılama hakkı bakımından risk oluşturmaktadır.

3.Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesindeki temel amaçlardan birisi de dosyaların büyük çoğunluğunun istinaf aşamasında sonuçlanmasıydı. Üzülerek belirtmem gerekir ki, adli hizmetlerdeki kalite düşüklüğüne bağlı olarak dosyalar pinpon topu gibi yargı mercileri arasında gidip gelmekte ve bir türlü kesin hüküm ile sonuçlandırılıp, adli sistem dışına çıkarılamamaktadır.  

"HAK MAĞDURİYETİ DOĞURMUŞTUR"

4.Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesinden sonraki dönem esas alındığında hukuk davalarının istinaf aşamasında kesinleşme oranı %75 iken, ceza davalarında bu oran %85’tir. Davaların büyük oranda bölge adliyelerinde kesinleşiyor olması bazı hak mağduriyetleri sonucunu doğurmuştur. Bunun düzeltilmesi için bölge adliyesi mahkemesi kararlarına karşı kanun yararına bozma yolu açılmalı ve buna ilişkin kanuni düzenleme yapılmalıdır. Diğer bir önemli sorun da değişik bölge adliye mahkemelerinin kararlarındaki farklılıklarının mağduriyetler oluşturması ve bu durumun hak ihlallerine yol açmasıdır. Kamuoyunda rahatsızlık duyulan bir diğer husus da aynı olayda aldıkları ceza bakımından bir kısım sanıkların istinafta itiraza, bir kısmının ise Yargıtayda temyiz incelemesine tabi tutuluyor olması adil yargılanma hakkını zedeler niteliktedir. Bu halde suçlardan biri Yargıtay incelemesine tabi ise diğer suçların da bağlantılı olarak veya resen Yargıtaya intikali adaletsizliğe engel olacaktır.

5. Yargıtay, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesini desteklerken, adli sistemin düzenli şekilde işlemesi için de bazı uyarılarda bulunmuştur. 2017 yılında yaptığım adli yıl açılış konuşmasında, “bölge adliye mahkemelerindeki mevcut iş yükü ile yakın gelecekte karşılaşacakları iş yükü arasında büyük bir uçurum olacağının farkında olmalıyız. … bölge adliye mahkemelerinin performansını aşırı bir iyimserlikle bugünkü iş yüküne göre değerlendirmek ve ortalama yargılama süreleri bakımından Yargıtay ile karşılaştırmak bizi doğru sonuçlara ulaştırmaz.” demiştim. Bugün, bölge adliye mahkemelerinin arşivlerindeki dosyalar büyük bir hızla artmaktadır. 2017 yılı sonunda bölge adliye mahkemelerinde devreden dosya sayısı 183.040 iken, 2018 yılı sonunda bu sayı iki buçuk kat artarak 453.567’ye yükselmiştir.

YARGIDAKİ İŞ YÜKÜNÜN SEBEPLERİ

Bugüne kadar yaptığım tüm adli yıl açılış konuşmalarında yargının iş yüküne sebep olan etkenleri sıralamış, çağdaş demokratik ülkelerdeki uygulamaları göstermiş ve çözüm yöntemlerini sunmuştum. 2015 yılı adli yıl açış konuşmamda Yargıtaydaki daire ve üye sayısının artırılarak ve hatta bölge adliye mahkemelerinin kurulması ile iş yükü sorununun çözülemeyeceğini, Hâkim ve mahkeme sayısının artırılmasının bir işe yaramayacağını, iş yükü meselesinin ancak mahkemelere intikal eden uyuşmazlıkların azaltılarak çözülebileceğini Yargı sisteminde adil ve etkin bir filtreleme sistemi kurulması gerektiğini ifade ederek çözümlerimi sunmuştum. Peki geçen sürede neler yapıldı? Bu konuda da bir değerlendirme yapmak istiyorum. 

"KAMU İNSİYATİF ALMIYOR"

1. İş yükünün artmasının en önemli sebeplerinden biri kamunun inisiyatif almaması sonucunda vatandaşın devletle davalık olmasıdır. Bu durum, yargının iş yükünün artmasında önemli bir etkendir. Mevzuattaki yetersizlikler ve kamu maliye politikaları başta olmak üzere, çeşitli sebeplerle kamunun inisiyatif kullanmadığını, yüzlerce kez haksız çıktığı davaların sonucunu dikkate almayan kamunun aynı uyuşmazlıklar için mahkemeleri meşgul ettiğini her adli yıl konuşmamda dile getirmeme rağmen, maalesef halen yargının iş yükünü azaltacak bir ilerleme kaydedilememiştir. Kamunun kaybettiği davaların hesabı sorulmamakta, bu davalara yol açan işlemleri yapan memurların eğitimi, liyakati, işinde gösterdiği dikkat ve özen sorgulanmamaktadır. Adli yargıdaki davaların üçte birinin tarafının kamu olduğu bir yargı sisteminde yargının iş yükünün makul seviyeye düşmesini kimse beklememelidir. İdari uyuşmazlıklar konusunda Kamu Denetçiliği Kurumunun daha etkin bir rol alması da bir çözüm yolu olarak düşünülmelidir.

"RADİKAL ÇÖZÜMLER ŞART"

2.Alternatif çözüm yöntemlerinin geliştirilmesi, 4 yıldan beri üzerinde durduğum diğer bir husustur. Konuyla ilgili olarak ümit verici gelişmeler olduğunu, ceza uyuşmazlıklarında uzlaştırma ve etkin soruşturma bakımından bazı ilerlemeler kaydedildiğini, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından açıklanan Yargı Reformu Stratejisinde de alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin geliştirilmesinin öngörülmesinin memnuniyet verici olduğunu söyleyebilirim. 2018 yılında 208.014 dosya uzlaşma ile sonuçlanırken, 2019 yılının ilk altı aylık döneminde 126.175 dosyada uzlaşma sağlanmıştır. Yine 2018 yılında 36.829 dosya ön ödeme ile sonuçlanmış, 59.320 dosyada ise kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilmiştir.  Bütün bu ilerlemelere rağmen, halen ceza ihtilaflarının %5’i gibi küçük bir oran mahkemelere intikal edilmeden önce çözülebilmektedir. Bu konuda daha radikal çözümler geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yargıtay olarak çözümlerimizi, köklü reform önerilerimizi ve yaptığımız sempozyumların çıktılarını Adalet Bakanlığına iletmiştik. 

"ARABULUCULUK KONUSUNDA HALA HEDEFİN GERİSİNDEYİZ"

Son yıllarda arabuluculuk ile ilgili ümit verici gelişmeler olmuş, iş uyuşmazlıklarında dava şartı arabuluculuk başarı ile uygulanmaktadır. İş uyuşmazlıklarında dava şartı arabuluculuğun uygulanmaya başladığı 2018 yılının Ocak ayından 2019 yılının Temmuz ayına kadar 356.408 uyuşmazlık çözülmüştür. İhtiyari arabuluculuğun uygulanmaya başladığı 2013 yılından bu yana 144.793 uyuşmazlığın çözülmüş olması, dava şartı arabuluculuğun başarısını ortaya koymaktadır. 2019 yılının Ocak ayından itibaren yürürlüğe giren ticari uyuşmazlıklarda da dava şartı arabuluculuk yoluyla anlaşma sağlanan uyuşmazlık sayısı ise bu yılın Temmuz ayı itibarıyla 22.405’tir. Aile uyuşmazlıkları başta olmak üzere diğer uyuşmazlıklarda da arabuluculuğun etkili bir şekilde uygulanması, hem toplumsal barışa katkı sağlayacak hem de yargının iş yükünü azaltacaktır. Bu konu üzerinde yoğun bir şekilde çalışılmakta ise de henüz amaçlanan hedeflerin gerisinde olduğumuzu belirtmek isterim. Ayrıca, çok kapılı adliye sistemi uyarınca özellikle ticari davalarda tahkimin de geliştirilmesinde fayda bulunmaktadır. Bu konuda geçtiğimiz dönem kayda değer bir ilerleme sağlanamamıştır. Ticari uyuşmazlıklarda tahkimin geliştirilmesinin sağlanamaması halinde bu uyuşmazlıklar konusunda uzman arabulucular görevlendirilmelidir. 

"KOLAYCA KANUN YAPMA ALIŞKANLIĞINDAN VAZGEÇMEMİZ GEREKİYOR"

3. Sık sık yapılan kanun değişikliklerinin adli hizmetlerin kalitesinin düşmesine sebep olduğu ve bu durumun iş yükünü artırdığı, uzun süreden beri yargı mensuplarının ortak şikayet konusu olmuştur. Örneğin Türk Ceza Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra çoğu ilk iki yılda 20 Kanun değişikliği ile toplam 145 maddede değişiklik yapıldığına bunun da hukuki belirsizliklere ve iş yükünün artmasına sebep olduğunu ifade etmiştim. Buna rağmen, 2015 yılının adli yıl açılışından bu yana Türk Ceza Kanunun 28 maddesi daha değişmiştir. Kolayca kanun yapma alışkanlığından vazgeçmemiz gerekir. Yargı, sık sık yapılan kanun değişikliklerinden kaynaklanan iş yükünü kaldırmakta her geçen gün daha da zorlanmaktadır. 

"HUKUK FAKÜLTESİ ARTIŞI ÖNEMLİ RİSKLER DOĞURMUŞTUR"

4. Hukuk eğitimindeki yetersizliklerin, adli hizmetlerin kalitesini olumsuz etkilediğini, kaliteli bir hukuk sistemi için iyi uygulamacılara ihtiyacımız olduğunu, iyi hukukçular yetiştiremezsek başarılı sonuçlar elde edemeyeceğimizi söyleyerek hukuk fakültelerinde lisans eğitiminin 5 yıl olması gerektiğini önermiştim. Sayın Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan Yargı Reformu Stratejisinde hukuk fakültelerindeki eğitimin 5 yıla çıkarılmasının öngörülmesini olumlu bir gelişme olarak görmekle birlikte tek başına bu sorunu çözmeye yetmeyecektir. Hukuk fakültelerinin sayısında son yıllarda yaşanan olağanüstü artış, hukuk sistemimiz bakımından önemli riskler doğurmuştur. Bu konuda Batıda olduğu gibi bir çözüm olarak Yargıtay Onursal Başkan ve Üyelerinin hukuk fakültelerindeki derslerde öğretim görevlisi olarak çalışmalarına imkan sağlayan kanuni bir düzenleme yapılmalıdır. Yüksek Öğretim Kurulu ve üniversitelerin bu konuyu gündeme almaları, nitelikli öğretim üyesi açığının kapatılması bakımından faydalı olacaktır.

KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE İSTİSMARA UĞRAYAN ÇOCUKLAR

Ülkemizde çocukların korunmasına, engellilerin yaşamlarının normalleştirilmesine ve kadına karşı şiddetin önlenmesine yönelik, güçlü devlet politikalarının geliştirilmesi ciddi bir ihtiyaçtır. Eğitim ve sosyal politikalar başta olmak üzere, toplumsal yaşamın her alanında bu dezavantajlı gruplara yönelik bir hassasiyet geliştirilmelidir.

Her çocuğun “zarar görmeme hakkı” olup, çocukların hayatta kalmak, gelişmek ve büyümek için ihtiyaçları olan hakları gözetilmelidir. Özellikle çocuklara ilişkin kurumların sorumluluğu, zarar ister kurum içinden ister kurum dışından gelsin, temasta oldukları çocukları korumaktır.

Dünyada olduğu gibi Ülkemizde de cinsiyet ayrımcılığı ve kadına karşı şiddet önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınlara yönelik ayrımcılığa neden olan etkenlerin kaldırılması ve kadınlar ile erkekler arasındaki tarihsel eşitlikçi olmayan güç ilişkisinin dengelenmesi için başta kamu organları olmak üzere toplumun her kesimine önemli görevler düşmektedir. Kadına karşı şiddet ve cinsiyet ayırımcılığının, aile içi ve sosyal yansımaları dikkate alındığında, insan hakları ihlalinin ötesinde toplumsal ruh sağlığını tehdit eden bir yönü de bulunmaktadır. Televizyonlarda, gazetelerde ve internet sitelerinde bu yönde çıkan haberlerin neredeyse rutin hale gelmesi sorunun ciddiyetini göstermeye yeterlidir.

Hukukçular olarak suça sürüklenen ve istismara uğrayan çocuklar ile şiddete maruz kalan kadınların hem adalete erişimini kolaylaştırmamız hem de bu konularda adaletin etkililiğine daha çok odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN

Yargıtay Başkanı'ndan sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da kürsüye çıkarak bir konuşma yaptı.

Erdoğan, Arapça'daki ADL ile Türkçe'deki TÖRÜ kelimelerinin, adalet kavramının köklerini oluşturduğunu belirterek, “Adalet, tarihin her döneminde üzerinde kafa yorulan, tartışılan, uygulama biçimleriyle gündemde olan bir konudur. Biz de her fırsatta, gerek bu çatı altında, gerek diğer platformlarda, adalet kavramı üzerinde uzun uzun durmaya çalışıyoruz. Görevimiz gereği üstlendiğimiz sorumlulukların yanı sıra, ferdi hayatımızda maruz kaldığımız çok sayıdaki hadise sebebiyle de, bu kavram üzerinde sık sık durmak, konuşmak, tartışmak zorunda kaldık. Bugün de yeni adli yılın açılışı vesilesiyle, sizlerle adalet kavramına ve ülkemizdeki işleyişine dair görüşlerimi paylaşmak istiyorum. İnancımıza göre insanın hayrı ve şerri, doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü seçme iradesine sahip bir varlık sıfatıyla diğer canlılardan ayrılması, adaletin de esasını oluşturur. Çünkü, zulüm ve haksızlık ile adaletsizlik eş anlamlıdır. Şayet insan adalet yerine zulüm yolunu seçiyorsa, bunu kendi iradesiyle yapıyor demektir. Dolayısıyla, bu iradeyi kontrol altında tutacak zihni ve fiili bir düzene ihtiyaç vardır. Nitekim, toplumsal ilişkiler ve devlet uygulamalarıyla ilgili tartışmaların temelinde de hep adalet kavramının yattığını görüyoruz. Eflatun’dan Kant'a, Farabi'den Gazali'ye kadar batının ve doğunun tüm önemli mütefekkirleri, tartışmalarını bu kavram etrafında yürütmüşlerdir. İnancımızın temel kaynakları olan Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde; düzen, denge, denklik, eşitlik gibi pek çok anlamlarıyla adalet kavramına sıkça atıfta bulunulmuştur. Tarihte hep hayırla yad edilen, tüm insanlığa örnek gösterilen şahsiyetler, Peygamberler başta olmak üzere, adalet konusuna büyük hassasiyet göstermiştir. Günümüzde dahi Hazreti Ömer deyince aklımıza hemen ‘adalet’ geliyorsa, onun adaletle ilgili sözünü tüm adliyelerimizin ve mahkemelerimizin duvarlarına kazımışsak, sebebi işte budur” ifadelerini kullandı.  

"ADALET KAVRAMINI HAK ETTİĞİ YERİ OTURTMAMIZ GEREKİYOR"

“Kadim dönemlerden beri insan hayatının ve toplumsal düzenin temeli olarak gösterilen adalet kavramı üzerinde, daha çok düşünmemiz gereken bir dönemden geçtiğimize inanıyorum” diyerek sözlerini sürdüren Erdoğan, “Sıkça ifade edildiği gibi kanun başkadır, hukuk başkadır, adalet başkadır. Biz kendimiz ve tüm insanlık için daima adaletin peşinde koşmalıyız. Çünkü bugün, yakın coğrafyamız başta olmak üzere, dünyanın pek çok yerinden zulüm altında inleyen insanların feryatları adeta arşı inletiyor. Dünya sistemi, refah ve lüks içinde yaşayan, daha da önemlisi bu hayat tarzını korumayı her şeyin üzerinde tutan bir kesimin cenderesi altındadır. Karşımızda, kendi konforu için dünyanın kalanının ekonomik kaynaklarını sömüren, zenginliklerini iç eden, kendi özgürlüğünü koruma adına dünyanın kalanını gözyaşına ve ateşe boğmaktan çekinmeyen bir anlayış bulunuyor. Üstelik bu zalimliklerin, demokrasi, insan hakları, terörle mücadele, hukuk, kanun ve hatta adalet adına yapılıyor olması, zulmün ağırlığını daha da artırıyor. Refahlarına ve özgürlüklerine yönelik her saldırıyı terör olarak niteleyen, ama diğer toplumların en temel insani taleplerine karşı duyarsız kalan çarpık anlayış, bize göre dünyanın şu andaki en büyük sorunudur. Tarihin hiçbir döneminde zalimler eksik olmamıştır ama aynı şekilde zulüm de payidar olamamıştır. Günümüzün zalimlerinin yol açtığı adaletsizler elbet bir gün sona erecektir. Bize düşen, işte o güne kadar adalet mücadelesini sürdürmek, mazlum ve mağdurların yanında yer almaktır. Hiç şüphesiz, dünyada adaleti sağlamak için herkesin üzerinde ittifak edeceği bir uygulama biçimi bulmak imkansızdır. Ama tüm insanlığın ortak özlemi ve hedefi olan adalet meşalesini hep yukarıda tutarak ve eşitlik temelinde mümkün olan en geniş mutabakatı sağlamanın mümkün olduğuna inanıyoruz. Türkiye, tarih boyunca işte bu mücadeleyi vermiş bir medeniyet anlayışının mirasçısıdır. Bu mirasa layık olabilmek için de, önce kendi devlet ve toplum yapımızda, insanlarımızın zihin ve gönül dünyalarında adalet kavramını hak ettiği yere oturtmamız gerekiyor” açıklamasında bulundu.  

" BÖYLE BİR YAKLAŞIM HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA UYGUN DA DEĞİLDİR"

"Böyle bir yaklaşım hayatın olağan akışına uygun da değildir"

Erdoğan, her şey gibi, devletlerin yönetim sistemlerinin de zaman içinde geliştiğine ve dönüştüğüne dikkat çekerek, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Türk toplum ve yönetim yapısı son 2 asırdır, dünyada yaşanan gelişmeleri çok yakından takip etmiştir. Yasama, yürütme ve yargı organlarının kendi içlerinde bağımsız bir şekilde çalışması esası üzerine kurulu kuvvetler ayrılığı, işte bu sürecin eseridir. Kuvvetler ayrılığı prensibi, demokrasinin ve cumhuriyetin temelidir. Her toplum ve devlet, kuvvetler ayrılığı ilkesini, kendi serencamına uygun şekilde hayata geçirmektedir. Dolayısıyla, dünyada tek ve değişmez bir kuvvetler ayrılığı, demokrasi, cumhuriyet, hukuk devleti uygulamasından bahsedilemez. Esasen böyle bir yaklaşım hayatın olağan akışına uygun da değildir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri'nde seçimle gelen başkan yardımcısı, aynı zamanda senatonun ve kongrenin de başkanıdır. Yine bu ülkede, Anayasa Mahkemesinin tüm üyeleri, başkan tarafından atanmaktadır. Görüldüğü gibi, Amerika Birleşik Devletleri'nde bu durum, yürütmenin yasama organı üzerindeki tahakkümü, bir başka ifadeyle kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı bir durum olarak anlaşılmamaktadır. Bu çerçevedeki en son ve en çarpıcı örneklerden biri de şu an İngiltere'de yaşanıyor. Kraliçe, halkın iradesi olan halk oylaması sonuçlarının uygulanmasını sağlamak üzere, başbakanın teklifi üzerine, parlamentoyu bir ay süreyle askıya aldı. İngiliz demokrasisi, halk oylaması sonuçlarını hayata geçirmek üzere kendi içinde kuvvetler ayrılığı ilkesini bu şekilde yorumlayarak, tıkanan sistemi açma yoluna gitti.”

"KUVVETLER AYRILIĞI PRENSİBİNİN, ÇATIŞMA ANLAYIŞIYLA YORUMLANMASI, ÜLKEYE VE MİLLETE ZARAR GETİRİR"  

Türkiye’nin, darbelerden vesayete kadar pek çok sıkıntılı süreç yaşamasına karşın, halkın iradesini en üstte tutan kuvvetler ayrılığı fikrine ve bunun üzerine bina ettiği demokrasi anlayışına hep bağlı kaldığını kaydeden Erdoğan, “Geçtiğimiz yıl 24 Haziran seçimleriyle birlikte, tüm unsurlarıyla fiilen hayata geçirdiğimiz yeni yönetim sistemimiz de, kuvvetler ayrılığı ilkesinin daha belirgin ve keskin bir şekilde işletilmesine dayalıdır. Bilindiği gibi Anayasamızın amir hükümleri gereğince, Cumhurbaşkanı sadece yürütmenin değil, aynı zamanda devletin de başıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk milletinin birliğini, beraberliğini, tüm kurumlarıyla etkin şekilde işlemesini temin, Cumhurbaşkanının en öncelikli görevidir. Anayasamızın lafzında ve ruhunda açıkça yer alan bu yaklaşımı, kuvvetler ayrılığı için bir tehdit değil, tam tersine birleştirici bir güç olarak görüyoruz. Yasamanın, yürütmenin ve yargının kendi içlerinde bağımsız bir şekilde çalışması, hepsinin de, Anayasada Cumhurbaşkanına verilen ‘devletin başı’ misyonu etrafında birlikte hareket etmelerine mani değildir. Devlete ait yetki ve görevlerin, herhangi bir üstünlük sıralaması olmadan kullanılması olan kuvvetler ayrılığı prensibinin, denge yerine çatışma anlayışıyla yorumlanması, ülkeye ve millete fayda değil zarar getirir. Çünkü, kuvvetlerin kendi içlerindeki faaliyetlerini yürütürken sahip oldukları bağımsızlık, başlı başına bir egemenlik hakkı değildir. Devlet sisteminde illa bir üstünlük aranacaksa, bu ancak Anayasa’nın ve orada tezahür eden milli egemenliğin üstünlüğü olabilir. Milli egemenliği, yasama ve yürütme kurumları demokratik seçimlerle doğrudan milletten aldıkları güçle kullanır. Yargı ise Anayasa'yı ve kanunları yapan yasama organından aldığı yetkiyle görevini yürütür. Kuvvetler ayrılığı sistemindeki yargı bağımsızlığı, bu erkin kendisine yargı yetkisi veren hukuk kurallarını eksiksiz bir şekilde uygulaması sorumluluğu ve gücünden kaynaklanır. Hakimler Savcılar Kurulu üyelerinin Meclis ve yürütme tarafından seçilmesi de aynı mantığa dayanıyor. Türkiye'nin örnek aldığı batı demokrasilerinde yargı organlarının kararlarını kanun adına vermesi yine bu anlayışın sonucudur. Ülkemizdeki tartışmalarda, kuvvetler ayrılığına yönelik ithamların daha ziyade yürütme-yargı gerilimi üzerine bina edilmesinin sebebi bu önemli gerçeği örtmeye yöneliktir” diye konuştu.

TÖRENE KATILMAYAN BARO BAŞKANLARINA ELEŞTİRİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ”Yeni yönetim sistemimizde yürütmenin de temsilcisi olan Cumhurbaşkanına kuvvetler ayrılığı konusunda yöneltilen ithamların çoğu temelsizdir” diyerek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ülkemizdeki demokratik sistemde Cumhurbaşkanına açılan alan, üstünlük bağlamında değil, tüm kurumların ahenk içinde çalışmasını gözetme noktasındadır. Yargı üzerinden, milletten ve hukuktan aldığı yetkiyle görevini yapan yürütme erki ile onun temsilcisi olan Cumhurbaşkanına saldırmak, aslında doğrudan siyasal alanı hedef almaktır. Kuvvetler ayrımındaki yerinin ötesinde, tamamen ideolojik ve bağnaz bir tahayyülle yargı bağımsızlığı sözünü gündemde tutanlar, en çok demokrasiye, cumhuriyete, milli iradeye zarar veriyor. Bilindiği gibi, son Anayasa değişikliği ile yargı bağımsızlığı kavramı, yargının tarafsızlığı ilkesi ile tahkim edilmiştir. Buna rağmen, demokrasiyi ve onun kurucu unsuru olarak siyaseti mesnetsiz saldırılarla yaralamaya çalışmak, en başta yargı kurumuna saygısızlıktır.

Bunun en güncel örneği de, idare içerisinde kamu kurumu niteliğindeki meslek teşekkülleri olan bir takım baroların Adli Yıl açılışını, sırf mekanından dolayı provoke etmeleridir. Bu mekan şahsıma ait değil. Devletin tüm kurumları bu mekanı rahatlıkla kullanma imkanına sahiptir. Üstelik bu meslek teşekküllerinin seçim yöntemlerinin ‘çoğulcu demokrasiyle’ bağdaşmadığı kabul edilen bir gerçek olduğu halde böyle bir tartışma yaşanıyor. Halbuki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, bu gazi mekan, konferans salonu, sergi salonu, camisi, 15 Temmuz anıtı, tamamlanmak üzere olan kütüphanesi ve inşası süren müzesiyle, milletimizin, dolayısıyla da tüm kurumlarımızın evidir. Önümüzdeki dönemde ilk çözmemiz gereken meselelerden birinin, barolar başta olmak üzere tüm meslek teşekküllerinin seçim yöntemlerinin temsili demokrasiye uygun hale getirilmesi olduğuna inanıyorum. Yargıtay ve Türkiye Barolar Birliği Başkanlarımızı, bu bağnaz ve provokatif dayatmalara karşı gösterdikleri dirayetli ve demokratik duruş sebebiyle tebrik ediyorum. Yargı kurumunun nefasetine zarar veren, ülkemizdeki avukatların kahir ekseriyetinin hissiyatını ve tercihini de temsil etmediğine inandığım bu tür yanlışların ileride tekrarlanmayacağını umuyorum.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, kurucu genel başkanı olduğu partinin adının başına ‘adalet’ kelimesinin getirilmesinin sıradan bir tercih olmadığına dikkat çekerek, “İktidara geldiğimiz günden beri hep bu ideal uğrunda mücadele ettik, pek çok reform hayata geçirdik. Anayasamızda ve kanunlarımızda yaptığımız değişikliklerin tek amacı, adaletin daha güçlü bir şekilde tesisini sağlamaktır. Temel kanunların yenilenmesinden yargı mensuplarının özlük haklarının iyileştirilmesine, adliye binalarının modernleştirilmesinden istinaf mahkemelerinin kuruluşuna, yargıda hedef süreden e-devlet uygulamalarına, adli tıptan bilirkişiliğe, lekelenmeme hakkından arabuluculuk müessesine kadar her alanda adalet sistemini geliştirecek tarihi reformlara imza attık” dedi.  

" HAZIRLIKLARIMIZ SON AŞAMASINA GELDİ"

Yargı Reformu Strateji Belgesine değinen Erdoğan, şunları kaydetti:  

“Demokrasimizi güçlendirmek, vatandaşlarımızın adalet beklentisine en yüksek cevabı vermek, uluslararası alanda Türkiye’nin hukuk devleti niteliğini tahkim etmek amacıyla yeni reform hazırlıkları içindeyiz.

Tutukluluktan ifade özgürlüğüne, savunma hakkından adalete erişime kadar birçok alandaki reform vizyonumuzu, bu belgeyle ortaya koyduk. ‘Güven veren ve erişilebilir bir adalet’ anlayışıyla oluşturduğumuz yargı reformu strateji belgemizin, hukuk camiasında ve kamuoyunda memnuniyetle karşılandığını görüyoruz. Reform belgesindeki hedeflerimizi hayata geçirmek için hem mevzuat değişikliği, hem de idari düzenlemeler konusundaki hazırlıklarımız son aşamasına geldi. Tabii asıl önemli olan uygulamadır.

Ülkemizde kağıt üzerinde mükemmel duran nice düzenlemenin, uygulamadaki çarpıklıklar sebebiyle nasıl sıkıntılara ve adaletsizliklere yol açtığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Bunun için mevzuat değişiklikleri ve idari düzenlemeler kadar zihniyet değişimine de önem veriyoruz. Vatandaşlarımızın adalet sistemine duydukları güveni ancak bu şekilde arzu ettiğimiz seviyeye getirebileceğimize inanıyoruz. Avrupa Birliği organları her ne kadar ülkemize karşı açıkça ayrımcı bir tutum içindeyse de, biz bu reform belgesiyle aynı zamanda tam üyelik yükümlülüklerimize olan bağlılığımızı da göstermiş oluyoruz. Önümüzdeki dönemde devam ettireceğimiz dinamik reform süreciyle, inşallah demokrasimizi güçlendirecek, milli iradenin üstünlüğünü inşallah daha da pekiştireceğiz. Yargı süreçlerini sadeleştirerek, uyuşmazlıklar için alternatif çözüm yolları geliştirerek, önleyici hukuk uygulamalarını sistemimize kazandırarak, bu reformu kısa sürede hayata geçirmekte kararlıyız.

Hak ve özgürlüklerin korunması, geliştirilmesi, güvence altına alınması için kapsamlı bir İnsan Hakları Eylem Planı hazırlıyoruz. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının güçlendirilmesini, hukukun üstünlüğünün, bununla birlikte bireylerin hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasının temel şartı olarak görüyoruz. Kaliteli insan kaynağı her alan gibi, adalet sisteminin iyi bir şekilde işleyişinin de temel şartıdır. Hukuk eğitiminin niteliğinin yükseltilmesi, yargı reformu stratejimizin en önemli unsurlarından biridir. Hakim ve savcı yardımcılıklarının ihdası, bu bakımdan gerçekten çığır açıcı bir yenilik olacaktır.

Meslek öncesi ve meslek içi eğitimi de daha etkin hale getireceğiz. Bilirkişilik, yazı işleri hizmetleri, bilişim sistemi, tebligat, uzmanlaşma gibi yargı faaliyetlerinin destek unsurlarıyla ilgili reformları da ihmal etmiyoruz. Savunma hakkı ve bunun en önemli unsuru olan avukatlar konusu da, yargı reformu stratejimizin en önemli başlıklarından biridir. Avukatlık mesleğine girişten stajlara kadar, bu konuda sorun yaşanan pek çok uygulamayı önümüzdeki dönemde değiştiriyoruz. Sistemi mümkün olduğunca sadeleştirerek, görevsizlik ve yetkisizlik kararlarına yol açan problemleri ortadan kaldırmayı hedefliyoruz. Soruşturma, kovuşturma ve cezaların infazı aşamalarını kapsayan ceza adaletinde; adil, etkin, rasyonel bir işleyişi temin etmek zorundayız.

Cumhuriyet savcılarının takdir yetkilerinin genişletilmesinden soruşturma aşamasının etkinleştirilmesine kadar, bu çerçevede pek çok yeniliği hayata geçireceğiz. Özellikle ekonomik hayata doğrudan etkisi olan hukuk yargılamalarında da, sade ve etkin bir işleyişi temin etmekte kararlıyız. Yargı mensuplarımızın, mesai mefhumu gözetmeksizin, işlerini layıkıyla yerine getirmek için gösterdikleri gayrete yakinen şahidim. Yeni reformlarla sistemi geliştirerek, güçlendirerek, ileriye taşıyarak, adaletin en etkin ve hızlı şekilde tecellisini sağlamak için sizlerle birlikte çalışmaya devam edeceğiz.”

Sonraki Haber