Milattan önce 3200-1950 yıllarında Tunç Çağı'nda 1250 yıl boyunca kesintisiz yerleşik hayat sürülen bölgenin tarihinin gün ışığına çıkarılması için sürdürülen çalışmalar, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünden alınan izinler doğrultusunda Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Türkteki başkanlığındaki 15 kişilik ekip tarafından yürütülüyor. İlçe merkezinin 15 kilometre kuzeydoğusunda yer alan höyükte, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, Odunpazarı Belediyesi, Eskişehir Ticaret Odası, Eskişehir Sanayi Odası ve sponsor firmanın destekleriyle Tunç Çağı'nın izleri aranıyor. Arkeologlar, bu yıl temmuz ortalarında başlayan çalışmalarda en önemli bulguya höyüğün batısında Erken Tunç Çağı'na ait 5 bin 200 yıllık yapılarda rastladı.Uzmanlar, evlerin ve içlerindeki ocak, kül çukuru, silo gibi öğelerin tamamen boşaltılıp temizlendikten sonra kırmızı renkli steril bir toprakla (kaliş) gömülmüş olduğunu, kolaylıkla parçalanabilecek olan çamurdan yapılmış silonun bile tahrip olmadan korunacak biçimde özellikle toprak altında bırakıldığını belirledi. Ayrıca, kurban ritüelinin gerçekleştirildiğini, taşlarla doldurulan kapı ve pencerelerin arasına yerleştirilmiş koyun ve keçi omurgalarından ortaya çıkaran arkeologlar, içi tamamen temizlenmiş yapıda, sadece bir adet parlak siyah renkli gaga ağızlı testinin kırılacak şekilde içine atılmasının da bu ritüelin bir parçası olabileceğini tahmin ediyor. "Tunç Çağı'nda böyle bir uygulamanın varlığını bugüne kadar bilmiyorduk" Prof. Dr. Murat Türkteki, AA muhabirine, bu sene kazdıkları alanın bölgenin en eski yerleşimcilerinin bulunduğu alan olduğunu ve milattan önce 3200-3000 yıllarına tarihlendiğini anlattı. Yapı gömme kültüyle ilgili buluntular hakkında bilgi veren Türkteki, şunları söyledi: "Bu alandaki yapıların hepsinin şimdilik en azından arka odalarının özellikle gömüldüğünü tespit ettik. Çevrede bulunan kırmızı renkli steril toprak, yapıların içine tamamen doldurulmuş. Bu sayede aslında bir taraftan kullananlar için belki farklı anlamı var ama yapıların duvarları da 2,5-3 metre yüksekliğe kadar korunmuş vaziyette. Normal şartlarda bir höyükte sadece yapıların temelleriyle karşılaşırken burada yapıların duvarlarının neredeyse çatıya kadar korunduğunu görüyoruz. Bu işlem yapılmadan önce kapılar veya havalandırma alanları taşla örülmüş, daha sonra bu doldurma işlemi gerçekleşmiş.Doldurma işlemi sırasında belli ki bir tören, bir ritüel var. Örülen alanların içine kurban edilen hayvanların parçaları bırakılmış. Yine o törende kullanılan kaplardan biri yapının içine atılmış. Onun dışında yapının iç mimari öğeleri yani ocağı, silosu hariç yapı içinde hiçbir şey bırakılmamış, yapı tamamen temizlenmiş." Bu durumun ilginç olduğunu dile getiren Türkteki, bu yönteme Güneydoğu Anadolu ile Orta Anadolu'daki Neolitik ve Kalkolitik dönemlere ait örneklerde zaman zaman rastlanıldığını anlattı. "Yapı gömmekteki amaçları neydi" "Tunç Çağı'nda böyle bir uygulamanın varlığını bugüne kadar bilmiyorduk." diyen Türkteki, bunun arkeoloji camiası için önemli bir gelişme olduğunu vurguladı. Anadolu'da bu geleneğin binlerce yıl sonra batıda bu bölgede devam etmesinin de düşündürücü olduğuna dikkati çeken Türkteki, şunları kaydetti: "Güneydoğu Anadolu Neolitiğinde özel yapılar gömülüyor, bunu biliyoruz. Buradaki durum daha çok yine bu gömü ritüelinin varlığını gösteriyor. Sosyal hafıza tabii ki binlerce yıl boyunca aktarılıyor ancak burada amaç farklı olabilir. Güneydoğu Anadolu Neolitiği ile aramızda 7 bin yıl var. Dolayısıyla dönem ve zaman açısından çok büyük bir fark var. Muhtemelen uygulama benzer ancak amaç farklı. Şu an bulduğumuz yapılar konut niteliğinde, iki odalı yapılar. Amaç farklı olabilir.Kutsal bir amaç var mı, bilmiyorum. Tören kısmı var. Bir törenle bu iş yapılıyor, bu doğru ancak esas amaç neydi? Bunun için bir şey söylemek henüz erken ancak şöyle söyleyebiliriz; sadece bir yapının içinde 36 metreküp toprak var. Çok büyük bir iş gücü, ortak bir çalışma gerektiriyor. Bir organizasyon durumu var ancak bu niye yapıldı? Acaba bir tehdit mi vardı? Coğrafi bir tehdit mi, iklimsel bir tehdit mi yoksa başka nitelikte fiziki bir tehdit mi vardı? Çalışmalarımız bu konuda devam ediyor." Prof. Dr. Türkteki, şu ana kadar kazdıkları yapı örneklerinde ocağın yeri, silo ve kap depolamak için kullanılan alanların konumlarının birebir aynı şekilde tekrar ettiğini belirtti. Yapı geleneğinin, evlerin içindeki uygulamaların değişmediğini ancak arka tarafları gömdükten sonra kapıların kapatıldığını, önlerde yaşamın devam ettiğini bildiren Türkteki, "Şu ana dek gömülmüş 8 yapı saptadık. Yüzeye çok yakın, dairesel eksende bunların dizildiğini söyleyebiliriz. Dikdörtgen yapılar var. Dikey ve yatay olarak konumlandırılmış ancak dairesel eksende dizilecek şekilde devam ediyor. Bu daireyi tamamladığımızda şimdilik söyleyebileceğimiz en az 100 metre çapında bir yerleşimden bahsediyoruz. Bu aşamada aslında bu höyüğün en erken yerleşimi burası." diye konuştu. Milattan önce 3300-3000 yıllarının Anadolu için özel bir dönem olduğuna değinen Türkteki, "Çünkü ilk defa ovada yerleşimler bu dönemde başlıyor. Bu bize şunu gösteriyor, bir kere iklimsel anlamda bu dönemde tarım açısından uygun bir ortam oluşmuş. Bu yerleşmeler bir anda çok sayıda ortaya çıkıyor. Eskişehir'de mesela 200'e yakın bu dönemde yerleşim alanı oluşuyor. Demek ki çeşitli bölgelerden buraya hızlı bir nüfus akışı var." değerlendirmesini yaptı.