Sanal bebekler beynimizi nasıl etkiledi? Saplantılar, ödüller, trendler...

Bir döneme damga vurdular, dünya çapında ses getirdiler. Sanal bebekler 90'ların en büyük kitlesel trendlerinden biri olurken sadece nostaljik yanlarıyla akıllara gelmiyor. Aslında sanal bebekler, “saplantı” haline gelen pek çok günümüz akımının adeta ilham kaynağı! Peki nasıl?

Son Güncelleme:

90'lar çocuklarının hatırlayacakları ilk kitlesel “saplantı” ya da trendlerin başında sanal bebekler geliyor. Tamagotchi olarak da bilinen sanal bebeklerin bu denli saplantıya dönüşmesinin bilimsel bir açıklaması olmalı. Sanal bebekler gibi günümüzde sosyal medya akımları ve platformları da kitleleri peşinden sürükledi.

Peki beynimiz tüm bu saplantılar içinde nasıl hareket ediyor? Sanal bebekler bize bu konuda ne anlatır?

Bu parlak, plastik yumurtayı avcumuzun içine aldığımızda beynimiz yalnızca görsel ve duyusal uyaranları işlemek için değil bu yeni nesneye merak uyandırmak için de ateşlenmeye başlıyor. Lakin muhtemelen bu ateşlenme ilk buluşmadan önce başlamıştı bile. Arkadaşlarınız hakkında konuşuyordu, bir başkası bebeğiyle hava atıyordu...

SANAL BEBEKLER: Sanal bebeği çalıştırdığınız anda evcil bir hayvan olarak tanımlayabileceğimiz bir bebek çıkıyor. Bebeği tuşlar yardımıyla besler, oyun oynar, temizler ve ona ilgi gösterirseniz bebek büyüyor, her gün bir yaş alıyor (Bebeğin yaşı arkadaşlar arasında bir statü göstergesi.) İlgi göstermezseniz de sizi titreşimle uyarıyor ve bebeğe bakmazsanız nihayetinde ölüyor.

İNSAN OLMANIN BİR PARÇASI

Böylesi saplantılar kültürel fenomenlerden çok daha fazlası. Bunlar beynimizin ve aslında insan olmanın bir parçası... Bizi tatlı bir meyveye iten ya da tehlikelere karşı uyaran aynı kimyasal beyin hareketleri modern zamanlarda ise bizi sanal bebekler gibi geçici heveslere çekiyor.

North Carolina Greensboro Üniversitesi'nde psikolog olan ve Exploring the Psychology of Interest (İlginin Psikolojisini Keşfetmek) adlı bir kitabı bulunan Paul Silvia, biraz da provokatif biçimde “İnsanlar 'aptal' doğarlar” diyor.

Silvia'nın kastı şu: Birçok yeni doğan hayvan çevreleri hakkında zaten içgüdülere sahiptir ve hızla hareket kabiliyeti kazanırlar. Örneğin deniz kaplumbağaları, denize doğru gitmeye hazır bir şekilde yumurtadan çıkarlar. Ancak “yavru insanlar” çaresizdirler.

1997'de piyasaya çıkan sanal bebekler, aynı yıl ABD'de 160 milyon dolarlık satış rakamına ulaştı. Fotoğraf: Shutterstock

Silvia “Bebekken bir yere gidemiyoruz, kendimizi besleyemiyoruz ve doğuştan gelen pek bir davranışımız yok. Ancak insan olağanüstü bir öğrenme süreci yaşıyor" şeklinde devam ediyor.

İşte tam da burada ilgi devreye giriyor. İnsan hem muazzam bir öğrenme kapasitesi hem de bizi yeni şeyler aramaya iten bir ödül sistemi geliştirdi. Beynimizde bu ödül döngüsü, büyük ölçüde bir nörotransmitter olan dopaminden kaynaklanıyor. Motivasyonumuz ve ödül döngülerimizle bağlantılı olan dopaminler, bu bağlantı sayesinde aşktan şehvet bağımlılığına ya da bir tüketici olarak alışkanlıklarımıza kadar her şeyde rol oynar.

DOPAMİN, ÖDÜLÜN PEŞİNDEN KOŞTURUR!

Ve aynı zamanda dopamin, yapısı gereği bizi ödülün peşinden gitmeye zorlar. Bu ilkel zamanlarda insanların çevrelerini keşfetmelerine, yenilik yapmalarına ve yeni kaynaklar bulmalarına yardımcı oldu. Modern çağda ise dikkatimizi çekmek için tasarlanmış ürünler bu ilkel dürtümüze ateş etti.

Sanal bebekler burada devreye giriyor. Bir anda dünya çapında milyonlarca satılan bu oyuncakla ödül kazanmak yani “bebeğinizi” hayatta tutmak ve büyütmek için onunla sürekli ilgilenmeniz gerekiyordu. Sanal bebekler çocuklar arasında bir statü sembolü haline de gelirken bu furya aslında seviye atladığınız pek çok online oyunun ya da oyunlaştırmayı kullanan ve seviyeler geçtiğiniz dil eğitimi uygulamaları gibi sayısız ürüne fikir verdi.

Tamagotchi'yi özel kılan detaylardan biri de değişir olmasıydı. Sanal bebek oynanışa göre değişiyor ve sizin tercihlerinize göre adapte oluyordu. Araştırmalar, beklenmeyen ödüllerin, daha büyük bir dopamin akışına neden olduğunu ortaya koyuyor.

Sanal bebekleri bir başka özel kılan ve onları günümüz sosyal medya çılgınlığı ile ilişkilendirilebilecek nokta ise başka bir insani davranış. Yazar Nir Eyal “Tüm insan davranışlarını, tüm motivasyonu yönlendiren şey, zevk arayışı değil, acıdan kaçınmaktır. Yaşayabileceğimiz en büyük acılardan biri ise sosyal izolasyondur” diyor.

KUŞ SÜRÜSÜ GİBİ...

Stanford Üniversitesi'nde psikiyatrist olan ve Dopamine Nation (Dopamine Ulusu) adlı kitabın yazarı Dr. Anna Lembke de trend izlemeyi bir kuş sürüsünün davranışına benzetiyor:

“İrkilen bir kuş kanatlarını kaldırır kaldırmaz etrafındaki tüm kuşlar da uçmaya başlar. İnsanlar yakın komşularının ne yaptığını bilmeye, görmeye ve farkında olmaya programlanmıştır.”

Aynı zamanda çocuklar bu sürü hareketini birbirlerini acımasızca eleştirdikleri bir şekilde yaşamışlardı. Sanal bebeği olmayanın “ezik” olarak nitelendiği o hareketli günlerde bu da saplantıyı güçlendirmişti.

Aslında bu bile evrimsel bir noktaya parmak basıyor: Böylesi riskli bir dünyada başkalarının yaptıklarını takip etmek evrimsel ve içgüdüsel olarak en risksiz ve en güvenli tercih!

*Bu haberdeki bilgilerin büyük bir kısmı Vox'ta “This is your brain on obsession” başlıklı makaleden derlenmiştir.

Kaynak: Web Özel

Sonraki Haber